Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

AYRI DÜNYANIN İNSANLARI

   AYRI DÜNYANIN İNSANLARI



AYRI DÜNYALARIN İNSANLARI

Gözlerini kısırak güneşin batışına baktı. Güneş batışları ve doğuşları içini hep sımsıcacık, sevinçli bir duyguyla doldururdu. Bugün kızılın, mavinin , sarının tonları ona hüzün veriyordu. "Hiç birşey yalnız başına; paylaşılmadan güzel olamaz. Ona senin yüklediklerinle güzellerleşir herşey " diyen bir ses takıldı kulağına. Hafifce kendi kendine gülümsedi.. Ne kadar itiraz etmişti. Sanki kitap gibi konuşuyordu. Yazılı kurallar, laflar vardı sanki... Şimdiye kadar hiç düşünmediği konularda kesin fikirleri vardı Ahmet'in. Erkek bunları anlatamamışmıydı.. Kadın anlamak istememişmiydi. Belki ikisi de doğruydu. Ama o kendini haklı çıkarıp yaşama devam etmeyi becermeliydi. "Zaten hiçbir zaman konuşmadı.. Düşündüklerini açık açık söylemedi" diye söylendi içinden. "Evet, bulunulan noktaya, istenmeden de olsa gelmiş olmak, bir kararı gerektiriyor. Göz göze verilmesi gereken bir karar. Yoksa haketmediği bir kemirilmeye boyun eğmek zorunda kalacak sevgi! Sizce de öyle değil mi?" diyen bilgisayardan çıkma bir mektubu eline tutuşturmuştu. Uslupla ilgili bir tartışma sırasında, içeriğini değil uslubunu tartışmak için.. O kararını vermişti. Size de figuran rolü düşüyordu. "Sizce de öyle değil mi?" Ama figuranlığı sevmiyordu kadın. " Hayır. Bizce de öyle değil" diye avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Belki o zaman sevginin kemirilmemesi için kaçmanın değil de emeğin, cesaretin gerektiğini anlatabilirdi. Bu kaçışı ilk kavgalarından sonra yapmasını beklemişti. Zaten büyü de o zaman bozulmaya başlamıştı.

Kadın uzun zamandır yalnız yaşıyordu. Hayatına erkekleri sokmamak için çok özen gösteriyordu. Muhtemelen etkileneceğini hissetiği erkeklerden uzak duruyor, ya da ilişkiyi arkadaşlık sınırları içine çekiyordu. Günü birlik bir iki maceradan çok incinmişti. ve artık incinmek istemiyordu. Hayatın yalnız da keyifli olabileceğine inanıyordu, ve de hayatı keyifli hale getirmesini beceriyordu. Geceleri yanındakine sarılmadan rahat uyuyamazdı. Yalnız yaşamaya başladığı ilk zamanlar uyurken sarılacak birisinin olmaması ona zor geliyordu. Zamanla yatağını yatılacak değil de yaşanacak bir mekan haline getirerek bu sorunu biraz olsun halletmişti. Yemekten sonra radyosu, içkisi, sigarası, ve kitabıyla yatağına yerleşiyor uyku ve sızma arasında dalıp gidiyordu... Seks konusunda tutucuydu. cinselliğin yeme içme gibi bir ihtiyaç olduğuna inanmıyordu.. Hayatını belli bir düzene koymuşiu.

Ahmet'i ilk gördüğü günden beri sevmişti. Zarif, yumuşacık, kültürlü, güvenilir bir insan olduğuna inandığı için iyi bir dost olacağını düşünmüştü. Göbekli ve kel olan Ahmet muhtemel bir sevgili olamayacağı için tehlike de yoktu. Özellikle fotoğraf konusunda ondan pekçok öğreneceği vardı. Zaman zaman karşılaşıyorlar, sohbet ediyorlardı. Arada bir telefonla aradığıda Ahmet mahcup bir sesle, aradığı için teşekkür ediyordu. Bu ona çok garip ve komik geliyordu ama hoşuna da gidiyordu. O iri gövdenin içinde dokunsan kırılıcak birşeyler vardı sanki. Birgün ortak bir dostlarının evine gitmek için buluştuklarında Ahmet onunla sohbet etmek için geldiğini söyleme cesaretini göstermişti. Bunu öyle çekinerek söylemişti ki onu rahatlatmak için aldırmaz bir tavırla başka bir zaman da sohbet için buluşuruz sözü vermişti. O da Ahmet'i daha yakından tanımak istiyordu.

O hafta yemeğe çıkmak için sözleştiler. Ahmet arşivinden fotoğraflar getirmişti. Ayrıca kendi yaptığı batik ipek bir eşarp.. Ne kadar etkilenmişti.! Sanki bir hazine bulmuştu. Bütün gece yoğun bir sohbetle geçmişti. Bir iki buluşmadan sonra inanılmaz duygularla dolmuştu. Her an bağıra bağıra şarkı söylemek, dans etmek, onunla birlikte olmak istiyordu. İşe konsantre olamıyordu.. Eve gidence odasına çekiliyor, müzik dinliyerek onu hayal ediyordu. Artık kitap okumuyor, arkadaşlarını arayıp sormuyor, onu arayanları da türlü mazeretlerle atlatıyordu. Kendini aptal, hoş, mutlu, şaşkın hissediyordu. En yakın arkadaşına bu duygularını anlattığında uyarmıştı onu. "Kendini çok kaptırma, incinirsin. Evli ve birgün çekip gidecek sen de çok acı çekecekceksin. Ayrıca başka bir kadını da incitiyorsun " demişti. Onları tanıştırdığında birşey dememiş, Ahmet'i de pek sevmemişti. Ama o uçuyordu. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Ahmet'e toz kondurmuyor, eleştirileri duymamak için o konuyu açmıyordu. Haftada birgün buluşup yemeğe gidiyorlardı. Önceleri yalnızca birbirlerinin içine girercesine bakışırken sonraları arabayı kuytulara çekip öpüşmeye başladılar. Şimdiye kadar bastırdığı bütün cinsel arzuları günışığına çıkmıştı. Bu aşkı liseli aşıklar gibi yarım yamalak yaşamak mantıksız geliyordu. Ama bu konuyu konuşamıyordu. O kadar mutluydu ki çok ta aldırmıyordu. Aşık olabildiğine kendi de inanamıyordu. Ahmet'e ne kadar çok güveniyordu....

"Biz başka dünyaların insanlarıyız". Bu Ahmet'in lafıydı. Bir Türk filminden alıntı gibiydi ama çok haklı olduğunu sonraları anladı.
Ahmet çok yoksul bir ailenin oğluydu. Zar zor üniversite okumuştu ve kendini tiyatro, sanat dergileri gibi yerlerde disiplinli çalışmasıyla var etmişti. Kendini korumanın yollarını bulmuştu. Benimsediği teori 'sana nasıl davranılıyorsa, sen de öyle davran' dı. Bunun sonucu herkesle mesafeli, belki biraz da hesaplı ya da ince elenmiş sık dokunmuş ilişkileri vardı. Çok eski dostlarıyla ilişkisi bile böyleydi. Hayatta "başarılı" olmak zorundaydı. Buraya giden yolda duygular çok önemli değildi. Akıl kullanılacak ve gerekiyorsa sevdiğin kadından vazgeçilip hayatı senin için kolaylaştıracak bir kadınla birlikte olunacaktı. Böyle düşünmeyi ona hayatın zorlukları öğretmişti . Erkek kadın ilişkilerine yaklaşımı da aynı felsefenin sonucuydu. Karşındaki için karar veriyordu. Onun iyiliğini düşünüyordu. Tabi kendine, kendi değerlerine göre. Müdahaleciğin en kötüsüydü bu. Açıkça müdahale etse karşı konabilirdi ama nedeni kendinden menkul bir sebebten birşeyler yapıyordu. Ve sen onun elbette seni düşündüğü için bunu yaptığını bilecek, nedenini anlamasan da kırılmayacaktın. Bir türlü bu düşüncenin kadını ikinci sınıf görmekten , kendi başına kendi iyiliğini savunmaktan aciz olduğunu düşünmekten kaynaklandığını ona anlatamadı. Benim namıma karar verme. Ben incinmenin getireceği acıyı, sorumluluğu taşırım diye çırpındıysa da derdini anlatamadı. Acaba kendi kendini de mi aldatıyordu.

İkinci buluşmalarında Ahmet "seni seviyorum" deyince tanımıyorsun ki nasıl seviyorsun demişti. Aşkla sevgi arasındaki farkı tartışmışlardı. Onun için önemli olan pek çok şey Ahmet için çok manasızdı. Yazılan notlar, mektupların her satırını o hala hatırlarken Ahmet unutuveriyordu. Bu adam neyi önemsiyor anlamıyordu.

En fazla ne istersen sor sana doğru cevabı veririm, ne hissetiğimi söylerim demesinden etkilenmişti. Gerçekten de bir iki kere sorduğu tehlikeli sorulara net, berrak cevaplar almıştı. Dürüst, açık, net, duygulu, zarif bir adamdı . O da zaten Ahmet'i zor durumda bırakacak sorular sormamaya gayret ediyordu. Bir yemek dönüşü bir hafta sonu Bodrum'a gideriz gibi bir laf edince düşüp öleceğini sanmıştı. Hayal etmeye bile cesaret edemeyeceği bir teklifti bu. Ama tabi hiç çaktırmadı. Normal bir teklif gibi yavaşca tabi dedi. Kalbinin atışı duyulacak diye ödü kopuyordu. Nihayet birgün bu hafta sonu Bodrum'a gidebilirmiyiz teklifi geldiğinde bir yandan çok sevinmiş bir yandan paniklemişti.. Şimdi çok komik geliyordu ama o gün eli ayağına dolaşmış, ne yapacağını şaşırmış ve bu duygularını telefonda Ahmet’e söyleme cesaretini göstermişti. Ahmet hemen atlayıp gelmişti. Onunla konuşunca bu hissetiği paniğin anlamsızlığını anlamıştı.

Bodrum seyahatı esas olarak hoştu. Birlikte o kadar uzun süre olabilmek, birbirlerine sataşmak, dokunmak.. Ama bütün kendine güvenine rağmen yine kuşkular, tedirginlikler, endişeler içindeydi. O kuşkuların sonucu sabah uyandıklarında Ahmet hemen giyinip gitmek isteyince bu davranışa binbir türlü mana yüklemişti. Teninin kokusunu mu sevmedi ,vucüdunu mu beğenmedi problem nedir diye. Bu kuşkular onu günlerce rahatsız etmiş bu davranışının nedenini anlamaya çalışmış ve içkili olduğu bir gün cesaretini toplayıp sormuştu. Ahmet'in cevabı çok basitti. O gün sen hastaydın. Sevişmenin senin sıhhatine iyi gelmeyeceğini düşündüm dedi. Bu hoş,zarif bir davranıştı belki.. Ancak karşısındakini kimlikli insan gibi görmeyip onun namına karar verme hakkını kendinde bulmaktı. Bunu çok sık yapıyordu, o da çok rahatsız oluyordu.

İlişkilerinde bütün yönlerdirmeyi Ahmet'e bırakmıştı. O evliydi ve onun yüzünden zedelenmesini istemiyordu. İşin en başında hiçbir talebini dile getirmeme kararı almıştı. Bunu Ahmet'e de söyledi. Onun şartlarına tabi olmaya razı olmuştu. Bu onun için çok zordu. Bütün hayatı boyunca istediği gibi yaşamış, ne yapmak istemişse yapmıştı. Ne istediğini net biliyordu ve yaşamını ona göre organize etmişti. Bu sefer Ahmet'in sık sık kendisini aramasını, duygularını dile getirmesini bekliyor bu olmayınca kırılıyordu.

Bir hafta sonu daha bir tatil beldesine gittiler . Cuma öğleden sonra başlayıp Pazar öğlene kadar süren birlikteliklerinin en uzun beraberliği. Giderken yine çok tedirgindi. Böyle gizli saklı işlere hiç gelemez ve sevmezdi de. Bir yandan söz verdiği için giderken bir yandan da ne oluyor bana diye kendi kendine homurdanıyordu. Çok güzel iki gün geçirdiler. Yürüdüler, fotoğraf çektiler, çicek topladılar, seviştiler. Onu hayal kuruyorum deyip aslında herşeyi ince ince planladığını ve hayatı Ahmet'e göre "hayallerine" ona göre planlarına göre yönlendirmek istediği için eleştiriyordu. Mutlu mesut dönüş yolunda "herşey hayallerine göre mi oldu" diye sordu. "Birşey hariç evet" dedi. İnsanoğlu meraklı. O "birşeyi" merak etti ve yol boyu yarı şaka, yarı ciddi türlü şaklabalıklarla bunu öğrenmek istedi. Ahmet de nedense direndi. Hala bu ilişkinin ilk ciddi zedelenmesine sebeb olan o "birşeyi" bilmediğini düşünerek kendi kendine gülümsedi. Üzerinden zaman geçince böyle bir konuda kavga çıkarmanın ne kadar anlamsız olduğu görünüyordu. Ama o zaman beraberliklerine yapılmış en büyük saygısızlık, sevgisizlik diye düşünmüş ve hayatı önce kendi ve tabi sonra da Ahmet için cehenneme çevirmişti.

Üç haftadır görüşmüyorlardı. Zaten demişti sen bana nasıl davranırsan ben de sana öyle davranırım diye. Çok itiraz etmişti. Bu kadar kolay mı vazgeçeceksin diye. Evet bu kadar kolay vazgeçmişti. Günlerce hayatın nasıl geçtiğini farketmeden yaşadı. Uykum var deyip odasında ışığı söndürüp yatıyordu.Kimseyi görmek istemiyor, kimseyle konuşmak içinden gelmiyordu. Hayatımın hiçbir alanında yok diye itiraz etmişti. Şimdi onun yokluğunundan niçin böyle bu kadar etkilendiğini anlamıyordu. Niçin bu kadar onu özlüyordu, Niçin ayrılmış olmaları onu bu kadar allak bullak ediyordu. Acaba bütün şarkılar , romanlar , şiirler bu duyguları körüklediği için mi böyle hissediyordu. Günlerce düşünüp kendine haklı sebebler bulmaya çalıştı. Haklı sebebleri de vardı. Haftada bir kere iki saat birlikte yenen bir yemek miydi özlediği.. Çoğu da kavgalı geçen yemekler.. Yoksa birinin varlığı mıydı özlediği.. Herşey anlamsız bir şekilde onu hatırlatır, onu düşündürür olmuştu. Kendi kendine yüz kere tekrarlamıştı. Bir ilişki acı vermeye başladıysa devam ettirmeye çalışmak anlamsız değilmiydi? ve ilişki her haliyle incitir olmuştu. Bunda Ahmet'in pek fazla suçu yoktu. Onun hissetttikleri değişmişti. Ortak bir arkadaşlarına onu kasdederek "bir sevgilim var" dediğini öğrendiği günden itibaren ikinci kadın olmak birden çok zor gelmeye başlamıştı. Evim, arabam, işim, karım, çocuğum ve elbette bir de sevgilim var. Hiç bir bedel ödenmeden , birlikte olunabilecek ortamlarda olma zahmetine bile katlanmadan, karşı tarafın taleplerini , sorunlarını anlamak için çaba sarfetmeden bir sevgili sahibi olunabilir miydi? Bu bir takım fantezileri tatmin etmek değil de neydi? Bu garip bir duyguydu. Hiçbir erkeğe ait olmak istemiyordu. Buna Ahmet de dahildi. Yine de niye tepkiyliydi, niye canı yanıyordu, niye hayatı zorlaştırıyordu bir türlü çözemiyordu. İnanılmaz saldırgan davranıyordu, hatta terbiyesizce. Sonra kendi kendinden çok utanıyordu. Ama elinde değildi. Her buluşmaya giderken bu sefer gürültü patırdı çıkarmayacağım diye karar alıyordu. Ama beceremiyordu işte!

Ayrılmanın yükünü hafifletmek için kendini rahatlatacak nedenler bulmaya çalışıyordu. Zaten hesaplı kitaplıydı.. Ya da ölçülü biçili... Zaten hayatının bir kenarına süs gibi oturtmuştu onu.. Hiçbir bedel ödemiyordu. .. Bir yandan bunları düşünüyor, bir yandan da kendi fikirlerine aykırı şeyler düşündüğü için kendine kızıyordu. Ahmet'in bedel ödemesini istemiyordu. Karısıyla arasının bozulmasını da. Ama yine de sinirleniyordu işte. Akılla duyguların zaptedilmesine hep karşı çıkmıştı. Bu sefer aklımı kullanmalı ve onu aramamalıyım diyordu.

Bir keresine Bodrum'a arkadaşlarına gidiyordu. Nasıl olmuştu konuşma nasıl gelişmişti hatırlamıyordu şimdi. Ahmet'i de davet etmişti. Gelebilecek olsam bile gelmem demişti. Bu söz ona ne kadar ağır gelmişti. İçini, her düşündüğünde daha da derine giderek oymuştu.. Nitekim yine başkalarıyla birlikte beraber olunabilecek bir geceden de bütün ısrarlarına rağmen kaçmıştı. Beraberlik hayatın dışında olabilir miydi.? Kuytularda, tenhalarda.. Birlikte birşeyler üretmeden. Ayrıca zaten çok sınırlı görüşme imkanları varken en ufak imkan değerlendirilmemeli miydi?

Soğuk fırtınalı bir aralık gecesi . Nihayet aylardan sonra görüşelecek. Bir gece önceden uyku uyuyamadı. Neler olabilirdi. İlişkinin devam etmesini istiyebilirdi. Özledim seni diyebilirdi. Geçen süre içindeki duygularını dile getirebilirdi. Hepsine ne diyeceğini nasıl cevap vereceğini uzun uzun düşündü. Bu ilişki her an tekrar başlıyabilirdi. Başlasın mı başlamasın mı pek de emin değildi. Aklı başlamasa daha iyi olur diyordu, gönlüne söz geçirebilir miydi bilmiyordu. O meşum an geldi. Duygularını , heyecanını -niyese o - belli etmemek için şen şakrak göründü. Nereye gidelim diye sorduğunda karışmak istemedi. Yazın deniz kenarında masaları olan salaş bir balıkçı vardı . Oraya götürdü. Buz gibi bir soğuk, sonuna kadar açık bir televizyon, televizyonda cıyak cıyak bir Kemal Sunal filmi. Gece boyunca konuşacak şey bulamadılar. Ahmet 'le ilgili tanıdığı herkesi sordu. Nezaket konuşmaları .. Ahmet o nezaket konuşmalarını bile yapmadı. O zaten çoktan bitirmişti bu işi kafasında. Felsefesine de uygundu. Ona hiçbir şeyin zarar vermesine izin vermezdi. İçine bezginlik çöktü. Birlikte paylaşacak ne kadar az şeyleri vardı. O farklılıkların insanları geliştirtiği ve zenginleştirdiğine inanıyordu. Ama bu iki taraflı böyle düşünülürse, eleştirilerden birşeyler alınırsa olabilirdi. Onun taş gibi karşısında oturup konuşmadığı zaman değil . Bana çok kızıyorsun değil mi demişti. Evet çok kızıyordu. Hiç bir eleştiriyi kabul etmiyor , üzerinde düşünmüyordu bile. Yıllar sonra bir adama aşık olmuştu. Onun düşündüklerini, hissettiklerini söylemeyerek kendisine ihanet ettiğini, kandırdığını, aldattığını düşünüyordu. Acaba düşündüğünü söylemiyor muydu, yoksa düşünmüyor muydu? Gerçekten Ahmet olduğundan başka mı gözükmüştü? Ya da o istediği gibi mi algılamıştı. Ahmet'e tabi olsaydı, onun şartlarına itiraz etmeseydi hiçbir mesele çıkmayacak mıydı? Yaşanamayan güzelliklerin hıncını mı ondan alıyordu? Bu işte kendi payı neydi? Hoyratlıklara, huysuzluklara ne gerek vardı? Bunu nasıl daha önce görememişti. Bir saat sonra kalkalım dedi. Ahmet haklıydı. Konuşacak, paylaşacak fazla birşeyleri yoktu.

ONLAR AYRI DÜNYALARIN İNSANLARIYDI. ARALIK 1994


Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

300


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com