Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

MUT VE ÇEVRESİ

   MUT VE ÇEVRESİ



MUT VE ÇEVRESİ

ODTÜ THBT grubuyla bu seneki ikinci gezim Silifke'nin Mut ilçesi ve köylerine yapılan ağa gezisi oldu. Tahtacılar, yörükler gibi değişik kültürlerin yoğun olduğu bu bölgede bizim ekipten arkadaşların 1982 ve 1987 de kültür araştırması yaptıkları için çok sayıda arkadaşlarının olması geziyi çok keyifli bir hale getirdi.
Gece Ankara'dan Otobüsle yola çıkıp Mut Aslan otelde Konya'dan gelen İstanbul grubuyla kahvaltıda buluşuyoruz.

Kahvaltı sonrası 4 minibüse bölünüyoruz, gideceğimiz yollar dar olduğu için otobüslerin çıkması mümkün olmuyor.

Gezimiz Yerköprü şelalesinden başlıyor. Yol üzerinde sol yanımızda Güney Afrika'nın alameti farikası olan masa dağının benzeri bir dağ yükseliyor. Türkiye'nin en yüksek barajı olan Göksu deresi üzerindeki Ermenek Barajı'nı tepeden görüyoruz.. Bu barajdan başka dere üzerinde dört adet de HES var. HES' lere niye karşı olduğumuzu pek bilemiyordum. Ama gözümle gördüm. HES olan yerde su yeraltına giriyor ve doğal özelliğini yitiriyor. Suyun içindeki canlıları öldürüyor.

Yerköprü Barajı'na yeşillikler arasından giden bir yolla iniyoruz. Etrafı yosunlarla bezeli şelale görülmeye değer. Ermenek çayının yıllar boyu toprağı aşındırması sonucu uzun, derin bir kanyon meydana getirmiş.

Oradan Sarıkeçili yörüklerinin konakladığı alanda mola veriyoruz ve Pervin ana ile tanışıyoruz. Ikram edilen ayranı içerken Pervin ana (( Pervin Çoban Savran - Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği Başkanı) bizi Yörüklerin hayatı ve felsefesi ile tanıştırıyor. Sarıkeçili Yörükleri 187 aile ve 1500 civarında kişiden oluşuyor. Her ailenin 200 -300 civarında keçileri var. Kışlık konaklama yerleri olan Gülnar-Aydıncık'tan keçileri ile günde 8-15 km yürüyerek 2 ay gibi bir zamanda 400-600 km yürüyerek yazlık yerleri olan Konya yaylalarına doğru yola çıkıyorlar.

Keçi kılından yapılan çadırları içeriden dışarıyı gösteriyor ama dışarıdan içerisi görünmüyor ve onları Ateş'ten yağmurdan koruyor.

Pervin Ana keçilerine mal, davar değil yoldaşlarım, dostlarım diyor. Bostanlara zarar vermemek için önceden yol tespiti yapılıyor ve keçilerin keyfine göre yürünüyor.

En önemli sorunları kendileri ve keçileri için bu yolculuk sırasında su bulabilmek. Kuraklaşan iklim bu ihtiyaçlarını daha da arttırmış durumda. Keçilerin içtikleri su, yedikleri otlar sağlıklı oluyor. Geceleri iki kişi keçilerin arasında uyuyor ve köpeklerle birlikte çalınma, dağılmalarına karşı onları koruyor.

Öğlen yemeğini Kıravka bölgesindeki salaş ama güzel bir alabalık lokantasında yiyoruz. Rehberimiz bize nasıl eğlenceler düzenlediklerini anlatıyor. Genç bir arkadaşımız kurban olarak seçiliyor.)) bir ceket kafasına geçiriliyor ve eskiden ayaklı fotoğraf makineleri vardı ona benzeyeceksin diyorlar . Biraz gırgır, mavra konuşmalardan sonra ceketin kolundan çocuğun kafasına su boşaltıyorlar.


Yemek sonrası bizim ekip her zaman ki gibi kendi söyleyip kendi oynuyor.

Kıravka ve köprübaşı köyü birlikte kırk km2 alanı kapsıyor ve 5000’e yakın kişi yaşıyor. Yemekten sonra Köprübaşı köyünü ziyarete gidiyoruz. Burası büyük bir yerleşim yeri olduğu için bir köy okulu var. Etraftaki köylerden öğrenciler taşımalı sistemle buraya geliyorlar. Burada rehberimiz Hüseyin bey.” beğler, yörükler ve tahtacılar olarak bu bölgede barış içinde yaşıyoruz” diye anlatıyor. Tahtacılar daha önce sunilerin zulmünden kaçarak dağlarda yaşamlarını tahta oyma işleri ile sürdüren aleviler. Cumhuriyet döneminden sonra aşağılara inmişler ve dağlarda tahta oyma işleri yaptıkları için isimleri böyle kalmış. Onun için bütün cem evlerinde Atatürk’ün fotoğrafı varmış.
Hüseyin bey kendi çabasıyla eski eşyaları cem evinin bir odasında toplamış ve müze haline getirmek istiyor. Bizlere bağlama çaldı ve arkadaşlar da o yörenin oyunlarını oynadılar.

Mut Mersin tarımının başkenti diye tanımlanıyor. Türkiye’de üretilen kayısının %80’i, zeytinin %13’ü buradan geliyor. Bu mevsimde de her tarafta yeşil erikler olmuş ve naylon torbalar içinde pazarlara yollanmak üzere yol kenarlarına yığılmıştı.

Şehrin ortasındaki köprüde ışıkla MUTluyuz yazıyordu. Her yerde bu MUTlu adı kullanılıyordu. CHP ve DSP ayrı ayrı seçime girdikleri için belediye başkanlığını MHP almış. Karacaoğlan da Mut’un Karacaoğlan köyünde doğduğu için meydandaki parkın içinde kocaman bir heykeli var ve adına festival düzenleniyormuş.

Çok sayıda Yayla ve kanyonları olan ilçenin önemli görülecek yerlerinden biri olan Konya yolu üzerindeki Alahan Manastırına gidiyoruz. Torosların 1200 m yüksekliğindeki Göksu vadisine bakan dik bir yamacın tepesine kurulmuş olan manastır MS 5. yüzyılda Ayasofya ile benzer mimari özellikler taşıyan kabartmalarla süslü kayalara oyulmuş bir abide.

Akşam otelde yemek yiyoruz ve arkadaşlarımızın davul zurna eşliğinde oynadığı Mut yöresi halk oyunlarını keyifle izliyoruz.
İkinci gün Kıbrıs şehitliğini görüp THBT’li arkadaşların 1982 Silifke araştırması için geldiklerinde kaldıkları Kırtıl köyüne gidiyoruz. 1985 de ikinci defa geldiklerinde de Taşeli yöre araştırması yapıyorlar ve bu araştırmalarla birinci oluyorlar ancak halk oyunları dalında üçüncülük alıyorlar.

Kırtıl köyünde şimdilerde çok az kişi yaşıyor ama arkadaşların dostları bizleri çay ve gözleme ile karşılıyorlar. Buradan ODTÜ’ye gelen şu anda Mersin üniversitesinde çalışan Hakan Gündoğdu da bizi karşılayanlarla birlikte. Ayrıca bölgenin halk türküleri ve oyunları uzmanı Süray Vural da bizimle.

Köyün kütüphanesi ,müzesi ve cem evinin olduğu binadaki dia gösterisi eski günlerin fotoğraflarından oluşuyor ve hepimizi çok duygulandırıyor. Düğün fotoğrafları olan Bahar Hanım da bizimle gösteriyi izlerken gözleri doluyor. Kütüphaneye getirdiğimiz kitapları ve eski günlerin anısına eski fotoğraflardan oluşan bir çerçeveyi de o güzel insanlara bırakıyoruz. Eskiden tanışan arkadaşlar sarılıp hasret gideriyorlar.

Hakan bey orada özel finfili denen 5 telli küçük bir sazla bize türküler çalıyor. Köşeli kırtıl davulunu görüyoruz. Halk oyunlarını köy halkıyla birlikte çalışmaları yapan arkadaşlar oynuyorlar.


Kırtıl köyünden ayrılmak istemiyoruz. Ama vakit sınırlı ,program uzun . Değirmen restoranda nefis kavurmalarımızı yedikten sonra akşam bize seyirlik oyunu gösterisi yapacak olan Çukurbağ köyüne doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde Hacıahmetli köyündeki eski muhtarın evine uğruyoruz. Tanıyanlarla sarılma, öpüşme ve dostluklarını yeniledikten sonra yola devam ediyoruz.

Çukurbağ köyü bizi dağlardan getirdikleri kara, pekmez katarak yaptıkları içkiyle karşılıyor. Eskiden okul olan ancak şindi 5 öğrenci kaldığı için kütüphane ve seyirlik oyun malzemelerinin deposu olarak kullanılan binanın önüne sandalyeler dizilmiş, hava kararınca etraf köylerden gelenlerle birlikte oyunu izlemeye başlıyoruz.

Bir deve ,yaşlı bir adam ve kadın arkalarında 2 kadın iki erkek sahneye giriyorlar. Ortada ateş yakılıyor, kenarda deri yayık çalkalanıyor. Oyuncuların bir kısmı kadın kılığında ama hepsi erkek.. Oyun oradaki hayata dair komik konuşmalarla geçiyor. Bu arada deve doğuruyor. Bir tilki geliyor, onu yakalayıp kuyruğundan yakıyorlar.

Ayrıca kafalarını kapatıp göbek ve sırtlarına insan yüzü boyanmış iki kişi oyun oynuyor. Çok keyifli çok ilginç bir gösteri.

Sonunda bütün köy halkı ve bizler davul zurna eşliğinde kalkıp ortada oynuyoruz. Ayrılırken de teker teker herkes herkesle vedalaşıyor.


Akşam 11 de oteldeyiz. Ertesi sabah 5:30 da yörüklerin göç eylemini izlemeye gideceğiz.

Sabah erkenden minibüslerle Pervin ana ve ailesinin göç kervanıyla buluşuyoruz. Onlar saat 3 gibi yola çıkmışlar. Önde parlak elbiseler içinde bir genç kız yürüyor. Arkadan keçiler, kervan başı eşek (buna savran deniliyor), eşyaları taşıyan develer ve köpekler geliyor. Köpekler rahatsız olabilir diye bize çok renkli giyinmememiz söylenmişti. Ama Pervin ana köpeklerin bizi yadırgamadıklarını, onların da bizim özel olduğumuz anladığını söyledi.

Eşeğin iki yanındaki heybelerde yeni doğmuş oğlaklar başlarını uzatmışlar develerden birinin üzerindeki heybeden de ufak Mehmet'in kafası görünüyor var. Biz de kervanla yola düzülüyoruz. Gelen geçen arabalardan insanlar durup fotoğraf çekiyorlar. Öğlene doğru bizden önce gelen grubun çadırında oturup sohbet ediyoruz.

Pervin Ana sorulara verdiği zeki cevaplarıyla bizleri güldürüyor. Yolda ölenleri , oldukları yere gömüyorlar. Biz ağıt tutmayız, acımızı içimizde yaşarız, yola devam ederiz diyor Pervin Ana. Keçilerin faydalarını anlatıyor. Bitkilerin köklerini kazdıkları için gelişmesini sağladıklarını, aralarını açtıkları için yangını önlediklerini ,bize ne yiyip yemeyeceğimizi ve hangi suyu içip içmeyeceğimizi gösterdikleri için onlar bizim yoldaşımızdır diyor.

Bizi birlikte yemek yapıp, yemeğe davet ediyorlar. Biz de onlara çay, şeker ve çocuk kitapları hediye ediyoruz. Ancak bugün dönüş yolu olduğu için çok vaktimiz yok .

Konya’ya gidecek olan Pervin Ana’yı da yanımıza alıp Mut Karacaoğlan parkını, mut kalesini ve Taşhan’ı geziyoruz. Taşhan özel bir mülkiyet ve maalesef yok olmaya terk edilmiş. İçini görmemiz için sahipleri gelip kapıyı açıyor.

Otobüslere binip Mut’un yaylası olan Setavul’a gidip keyifli bir yemek yiyoruz. Grubun bir kısma Ankara’ya bir kısmı ise Konya’dan uçakla İstanbul’a dönüyor. Ben ise otobüslerde yer bulamadığım için Konya otogarında biraz sürünüp bu güzel gezinin, güzel dostların ,güzel duygularıyla İzmir’e dönüyorum.
Mayıs 2017

MUT GEZİSİ SARIKEÇELİLER ÜZERİNE DİLAN kAYA'NIN DUYGU DOLU YAZINI EKLEMEDEN EDEMİYECEĞİM. KEYİFLE OKUYACAĞINIZA EMİNİM

Dağdan bayırdan, ovadan yayladan ama ille de ne kadar börtü böcek varsa her birinden dilenen amandan sonra yola çıkar SARIKEÇİLİLER… Durdukları mekan, üzeri salkım söğütler gibi salkım saçak yıldıza keser geceleri, yorganları atlas gökyüzüdür, yürüdüklerinde bilirler ki yoldaşları her yaşayan canlıdır.

Ve onlar yoldaş dedikleri, “o da var” anlamını yükledikleri davarlarıyla beraber yol alırken ilkeleri yol arkadaşlarının dilediğince durup kalkmaktır. Ne zamanki ota salar başını davarları, dururlar onlarda yoldaşlarıyla beraber, ve ne zaman suya durur eylenirse davarları, onlar da eylenirler beklerler…

Bir göç yoludur SARIKEÇİLİ olmanın yaşamda yansıyan hali. Yazlaklardan Kışlaklara akarken, o yol üzerinde ne kadar doğaya dair bir hayat varsa ondan bu geçişlerde verdikleri sıkıntılar için özür dilemek, izinlerini istemek temel prensipleri olmuştur bu güzel insanların. “Onlar ki toprakta karınca suda balık kadar çokturlar… “

Yıllar önce başlayan ODTÜ-THBT yolculuğum, tıpkı beraber çok önce yada daha sonra yolculukları başlamış olanlarla beraber, 1985 yılında Silifke’yi Mut’a, Mut’u Gülnar’a, Gülnar’ı Konya’nın Seydişehir’inine bağlayınca bilip tanıdım bu kadim yolun yaşam fışkıran bilgi ağacı insanlarını. Anlatırken biliyorum yetmeyecek sözcükler bu yaşadığımız zamanı ve an olarak belleklerimize yerleşen o sıra dışı insan ve doğa ilişkisini. TAŞELİ denilen bölgeyi, yani üçgen olarak Güneybatıda Antalya’yı, doğuda Mersin Mut’u ve İç Anadolu’ya doğru da Konya Karaman’a kadar olan bölgeyi yurt sayan bu kavmin bu yıla dair olan göçünün birlikte katılımcısı olmaya karar verince THBT Dönem Sorumlumuz sevgili dostum, Gökay ŞAKİROĞULLARI, gelen ilk haberde atladım üstüne beni mutlaka sayılara ekleyin diye …


Ve sonra en az onlar kadar eski olan ve genel ortak özelliği Türk Halkbilimi üzerine olan eski yeni THBT’liler 29 Nisan akşamı Mut için bir araya geldik altmışbeşe yakın insan, kadınlı erkekli.

Kimimiz uçakla Konya’ya, kimimiz otobüsle Mut’a erişmek için yol tuttuk memleketin her bir yanından. İzmir’den, İstanbul’dan, Ankara’dan, ve daha bir çok şehirlerden.
35 yıl önce ilk kez yaşamımıza girip buraların bizde tüm anlamını değiştiren halkbilimci ağabeyimiz sevgili Süray VURAL ile buluştuğumuzda yeniden kendimize kavuşmuş kadar sevinç oldu içimiz. Bir Karacaoğlan araştırmacısı olan Sıtkı SOYLU üstadı anmamak ve rahmet dilememek olmaz. Işık olsun.
O da bizi Süray abiye eriştiren ilk durağımız olup, ilk bilgileri aldığımız , gazeteci, yazar ve araştırmacısıydı Mut içinden kalbimize aldığımız. İlk gün göç yoluna değil de çevresine düştü yolumuz Mut civarının. Etraflıca dolaşabildiğimiz kadar,çok önceleri – önce 1985, sonra 1987 ve daha sonraları daha da sıkça, dolaşıp gezdiğimiz köy, kasaba ve insanlara eriştik. Kırtıl’da mengi dönüp yad ettik çok zaman önce gelişimizi, Hacı Ahmetli de kaybolan kilimhane ve kilim sanatı bilgileri ile biraz üzüldükse de İsmet abi ferahlattı yeniden kurulacağını söyleyerek bizleri.

1 Mayıs 2017 sabahı için programlamıştık göç yolunun birlikte olacak olan kısmını. Göçer der ki “üzerine güneş doğmadan yol almalı göçer dediğin” . Yoldaşları, güneşe , mutsuzluğa uğramadan alabildiğince yol almalı ki her iş erkenden olup bitiversin. Gecenin daha sabaha dönmeye başladığı saatlerde yarı konak çadırlarını – göç zamanı tam konaklama çadırlarını değil, gecelemek için en uygun olan halini- kurdukları kadar hızla denk edip yola dizilirler. İşte o vakit göç göç olur göçler yola dizilir. Göçe dizilmenin adabı ve gayreti üzerlerinde, bir yandan yoldaşlarının da tamamını koruyup gözetip başlarına bir hal gelmeden menzile eriştirmenin çabasıyla ilk göç grubu sabaha karşı 3 gibi çıkmış yola… biz ise Toprak ana diye adını bilip alıp kabul ettiğimiz sevgili Pervin Savran ÇOBAN’ın sadece bizim için biraz daha eylenerek arkaya kaldığı 4. yada 5. akışa denk gelip katıldık sabah saat 6 yı az geçe …

Önden saldığı yoldaşlarının ortasında kendisi yürüyen Toprak Ana, ardından gelen ve biz katılmadan aslında tek sıra gidip biz geldiğimizde biraz da bilgisizliğimizle dalınca göç kervanına mutsuz değilse de tedirgin ettiğimiz develerin sıkışmasına yol açınca ilk kurallarını anlattı göçe katılmanın. “Davarın ve en önden giden eşeğin önüne geçmeyeceksiniz ki o durmayacak. O durursa göç durur. Tedirgin eder, durmasına sebep olursanız bu kez göç kafilesi birbirini sıkıştırmaya başlar işte böyle küme olur develer “ Toprak Ana bir başka kitap bu SARIKEÇİLİLER göçer kavminde. İçini okudukça, kulak verip dinledikçe, kadim Anadolu kültürünün bilgisini akıttığı, damıtıp kendi dağarcığında oluşanları paylaştıkça coşan bir insan-kadın. Ve SARIKEÇİLİLER onu kendilerine önder kılmış, meramlarını anlatacak ses etmiş, dertlendiklerinden başvurdukları derman kabul etmişler. Tanıdıkça ve yakın oldukça bildik bizde elbette bunu ne kadar hak eden bir bilgelik ve önderlik sahibi olarak kendisini yetiştirdiğini. Yolculuğa sessizce katıldık sandık ama sükunetin bize ulaşması, yolu bir önceki düzene kavuşturmak ancak Hamamköy’e dönüp tırmanmaya başladığımızda oluşmaya başladı.

Asıl dert ne biliyor musunuz? O yollar otomobillere, motorlu araçlara, ekzoz ve birçok gürültüyle, homurdanıp her gün içinde kaybolup fark etmediğimiz dünyaya aitlerdi. Elbette o yolu kendisinin sanan, yanı başından giden bu canlı doğa harikası yaşam kesitinden habersiz, kornalarıyla geçen dünyanın en önemli araç sahipleri ile birkaç muhabbetimiz olmadı değil. Ancak yarım da olsa Yörük olduk ya, ses etmeden az biraz da bükerek edepten boynumuzu, devam ettirdik biz de halimizce göçteki yolumuzu. Her yolu kendisinin modern rahatlığı için örgütleyen yerleşik-damlı- unsur olanlarımız, çevirip tarla tabanı, yola dair ne kalmışsa asfalt olan bu alanlardan yürüyen doğanın asıl sahiplerinin çektiği mutsuzluğu göz ardı edip biraz homurdansalar da Toprak Ana’nın biraz sesi geldiğinde , biraz da Yörük göçüne çok uymayan görüntüleri ile bizim oluşturduğumuz kalabalığı görünce bahçe kenarlarına, ev önlerine çıkıp bizleri kendilerince belgeleyerek gülümseyip eşlik ettiler coşkularımıza. Yaklaşık 5-6 km kadar – belki bize öyle geldi – süren yolculukta deve kervanını dağ yerine daha düz zemini olan (maalesef) asfalttan götürmek uygun olunca, iki kola ayrılıp keçilerle dağa vuran bir kısmımızı dağların sessizliğine emanet edip devam ettik.

İleride yeniden bir araya gelene dek, ayrı ayrı anladık göçün dokunabildiğimiz ruhlarına. Durduk, kervanımız düzlüğe yayılırken verdik sırtımızı dağları serinleten ağaçlara, dalıp en uzak yerlere..

Dertleri var bu göç yolculuğunun elbette, su gerek durdukları yerlerde, otlamak gerek. Ancak bir Yörük olunca anlıyorsunuz, hele de SARIKEÇİLİ iseniz, o doğa neden en çok sizin korumanızı bekler dört gözle. Çünkü siz kırmaz, dökmez, inşaat yapmaz, hırpalamaz ve mutsuz etmezsiniz onu. Çünkü en iyi siz bilirsiniz birlikte yaşamanın sırrının karşılıklı birbirine saygı duyup özen göstermeden geçtiğini. Çünkü en çok siz acırsınız ağaçlar seyrelip yerine betonlar geldikçe ölen tüm börtü böceği. Çünkü en çok siz anlarsınız halinden deveyi,keçiyi, rehber eşeği, göçe eşlik eden köpeği, heybede giden yeni doğmuş oğlakların gözlerinden dünyaya bakmanın ne anlama geldiğini. Ve siz bir keçinin gözlerine bakıp aşık olduğunuzdan bu göçün kaderinize yazılı olan bütün öğrenmelerin süzülüp geldiği bir yaşamak olduğunu…

Derken konak yerleri göründü uzaklardan. Her göç ailesi kendi konak çadırını hazır etmiş, yavaştan geceye bırakırken hayat, davarını suya yatırmış, hafiften ortalarında yürüdükleri onca yolun yorgunluğuyla sürü içinde uyuyan köpeklerin verdiği güvenle yayılmaya başlamıştı çoktan. Biz önceden buralarda uğrak olacağımızı bildiğimizden, tıpkı yerleşiklere kitaplar bırakıp kütüphanelerine katkı oldurduğumuzca, istedik ki bir lokma da katkımız olsun elimiz erdiğince. Dağılıp çadırlara onları gece ışıtsın, yollarını açık ve emin tutsun dilediğimiz ışıldaklarını vererek göçe duran yolculuktan kendi göçümüze geri döndük…

Meramımız göç değil insana dokunmak olduğundan olsa gerek, çok zor oldu ayrılıp o dağları ardında bırakmak. Allahtan biraz işleri vardı Toprak Ana Pervin’in Konya ilinde de, dönüşe beraber çıkıp, daha çok bilgi alıp, daha çok doldurduk eksik heybemizi. Ancak ne kadar dolarsa o kadar daha isteyen bir heybe bizimki. Ne kadar dolarsa dolsun hep boşmuş gibi bir türlü doymadığımız bu insan kadının yaşama dair ifadeleri, bizim gibi iyi kötü söz söyleyebildiğini düşünenleri dilsiz etti nedense. Anladık ki çok okuyan değil çok gezen biliyor. Anladık ki turna aşağıdan uçarsa bir alamet, çok yüksekten giderse bir başka alamettir göçere. Anladık ki, anladık demem lafın gelişi, göçer olmak, ruhuyla, kalbiyle ve gönlüyle olmak gerektir. Biri diğerinden kopmuşsa zordur göçer olmayı tamam kılmak. Ve karar verdik bir de dönüşüne denk gelmenin dersini çalışmalıyız ki biraz daha tamam olsun eksiğimiz. Sağolasın Anadolu toprağı… Sağ olasın Anadolu toprağının yürüyen hali Pervin Savran… Sağolasınız THBT’nin bana verdiği armağan yol arkadaşlarım

Ver elini mavi dağları yurdumun
Sizler toroslarım , Palandökenlerim
Ağalarım,efelerim
Bir çoban kavalında
En garip türkülerim
Ateşler yanar akşam üstlerine doğru
Karanlık mağaralar önünde aydınlık
Dağlarımda ses
Dağlarımda hava
Dağlarımda yalnızlık
Salkım salkım bulutlar
Mavisinden pembesine
Yüce kırlarımda
Üveyikler keklikler
Cevap verir sesine
Ver elini mavi dağları yurdumun
Sizler Toroslarım Palandökenlerim
Sizler Türkiyem
Vatanım
Dilan Kaya - İzmir



Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

2027


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com