Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

BOLİVYA

   BOLİVYA



TUZ GÖLÜ-ÇÖLÜ

25.02.2011
Sabah erkenden pılımı pırtımı toplayıp sınırın yolunu tutuyorum. Sınır bir köprüden ibaret. Yürüyerek geçiyor vizeni alıyorsun. Bolivya’da Eva Moreles’in ülkesindeyim.


SINIR

Eva Morales daha önce koka yetiştiricisiyken daha sonra sendika lideri oluyor ve 2005 de cumhurbaşkanı seçiliyor. Koka ya evet kokaine hayır sloganıyla çıkıyor Amerikan ilaç firmasını ülkeden atıp yerli halka pek çok hak tanıyor. Ülke adını Latin Amerika’nın tarihi kurtuluş savaşçısı Bolivar’dan alıyor. Latin Amerikanın denize sınırı olmayan tek ülkesi. Ülke çok yüksek ve dağlarla kaplı.

Bolivya’ya girince Otobüsler, evler, insanlar her şey yoksullaşıyor. Bolivya doğal kaynakları en çok olan ve en fakir Latin Amerika ülkesi. Yıllarca Avrupalılar altınını, gümüşü alıp götürmüşler. Çok zengin lityum yatakları var.

Sınırdan hemen bir otobüse atlayıp iki saat ötedeki Tupiza’ya gidiyorum. Burası da çölün ortasında dağların arasına sıkışmış bir şehir. Geniş şapkalı, kat kat mini etekli, uzun saç örgülü, çeşit çeşit şapkalı esmer kadınlar buranın özelliği ve güzelliği. Güneşten yanmış tenleri, sırtlarına bağladıkları renk renk örtüleriyle ortalıkta dolanıyorlar. Örtülerin içinden bir çocuk başı çıkıyor bazen. Böylece elleri boş kalıyor ve onlarla da bir şeyler taşıyabiliyorlar.


Pazar yerini dolaşıyorum çeşit çeşit meyvalar var. Küçük bir lokantada çorba içiyorum. Dönüşte beni görünce şaşacaksınız. Dal gibi oldum. Bu iyi mi kötü mü çok emin değilim.
Tepeden şehrin seyredilebildiği tepeye çıkıyorum. Çikolata alıyım derken bir de bakıyorum ufacık Bolivya şehrinde saray çikolatası üzeri Türkçe yazılı.
Yarın dört gülük bir turla çevreyi dolaşmaya çıkıyorum.



PARKTA SOHBET

26-28.02.2011

4x4 arabalarla dört günlük tura dört kişi çıkıyoruz. Kate gazeteci Avustralyalı, Tylar –Amerika ve Avustralyalı öğretmen Kate’in kocası,Ilonya bilgisayarcı Hollanda. İlonya 5 aydır bütün uzak doğuyu, yeni Zelanda ve Avustralya dahil çektiği fotoğraflarını koyduğu diskini çaldırdığı için tur biraz geç başlıyor. Burada hemen hemen herkes bir şeyler çaldırmış. Umarım ben sağ salim dönebilirim.

Bütün ekip keyifli ve çok iyi niyetli. Şoförümüz Daniel ve aşçımız Alicia ile yola çıkıyoruz. Geziyi gün gün anlatmak imkansız. Fotoğraflardan göreceksiniz. Devamlı değişen hava şartları, atmaca ağaç şeklinde çölde kayalar, dağlar, renk renk göller, çöl, kaplıcalar, flamingolar ve inanılmaz doğa güzelliklerini geziyoruz.
Kaldığımız yerler basit köy evleri ama yatak örtüleri çok şık. Alicia ocak ve tüp dahil her şeyi yanında taşıyor ve bize üç öğün güzel yemekler yapıyor. Akşamları taşlarla 21 oynuyoruz. Kaybedenler pek üzülüyor. Taş bile olsa kaybetmek insanlara zor geliyor. Şarabımız, biramız, romumuz var.



KAPLICALAR

En son durağımız tuz çölü. Ancak bizim oraya vardığımız gün çok fazla yağmur yağdığı için tuz çölü olmuş tuz gölü. Ancak bu çok özel bir durummuş zira göl ile gökyüzünü birbirinden ayırmak imkansız oluyor. Tuz çölü göz alabildiğine uzanıyor. 12000km2 alanı kaplıyor. Eskiden çok daha büyükmüş. Şimdi de yağmur yağınca topraktan tuzu ortaya çıkardığı için bir miktar büyüyormuş.



TUZGÖLÜ

Mitolojiye göre And dağları ortaya çıktığı zaman bu bölge okyanustan ayrılıp oluşmuş. İçerde kalan büyük balıklar da ada olmuş. Olağanüstü bir görüntüsü var. Tuzdan yapılma bir otelde kalıyoruz. Su dahil hiçbir lüks yok. Ama bizim keyfimize diyecek yok. Güneş

1.03.2011

Sabah 5 de kalkıp gün doğumunu görmeye gidiyoruz. 12000 km2 bir alan kaplıyor tuz çölü. Yüzde 40’ında lityum var. Yakındaki kasaba tuzu ufak çapta işleyip satıyor. Çölün orta yerinde tuzdan şık bir otel var ve tabii ki Japonlar. Gün doğumu seyredip, kahvaltımızı bu şık otelde yapıp komik komik fotoğraflar çektiriyoruz ve çok eğleniyoruz. Beni Uyuni’ye bırakıp onlar Arjantin’e doğru yola çıkıyorlar. Mayısta İstanbul’da buluşmak üzere sözleşiyoruz.



Uyuni turistik bir şehir. Kendimi hoş bir otel buluyorum. Koca bir yatak ve odada TV. Bu kadar lüks fazla. Hatta sıcak su bile var.
Uyuni’nin meydanında oturup etrafı dolaşıp bir şeyler yiyorum. Fransız bir adamla sohbet ediyoruz. Hafta sonu Uyuni’de de festival varmış. Her tarafta çeşitli maskeler, komik kıyafetler, su tabancaları ve su dolu balonlar satılıyor. Gençler şimdiden bu sulu dolu balonları birbirlerine atıp cıyaklayıp eğleniyorlar. Buradaki festivallerin bir özelliği de birbirine su atmakmış.


Yine yollardayım. Sucre ‘ye gidiyorum. Etraftaki herkes Oruro’daki festival yolcusu. Otel bulmanın çok zor olduğu, çok kalabalık olacağı söyleniyor. Bir ara gitsem mi diye hevesleniyorum ama sonra vazgeçiyorum. Belki Sucre’den tur bulur bir günlüğüne giderim diyorum.



Sucre Bolivya’nın baş şehriymiş ancak şimdi mali baş şehir La Paz olmuş. Daha önceki adı Bolivar’ken şimdi yine bir bağımsızlık kahramanı olan Sucre’nin adını almış. Boliya’da yollar çok kötü. Pek çok yerde toprak ve bozuk yolda gidiyorsunuz. Otobüsler de pek matah olmayınca çok yorucu oluyor.Otobüs Potosi’de boşalıyor. İki Arjantinli gençle ben Sucre yolcusu olarak otobüs değiştiriyoruz. Gece geç vakit Sucre’ye varınca birlikte taksiyle hostelimize geliyoruz. Epeydir otellerde tek başıma ve kocaman yataklarda kalıyorum. Burada kablolu TV var. Gece Amerikan dizilerini seyrederek uyuyorum.

Sucre çok güze bir şehir. Tabi merkezi. Etrafında bol miktarda gecekondu yapılmış, tepelere doğru büyümüş. Merkez daracık sokaklar ve bembeyaz avlulu kolonyal evlerden oluşuyor. Hemen bir turizm ofisine gidip haritamı gerekli bilgilerimi topluyorum. İspanyollardan kalma bütün şehirlerde olduğu gibi burada da meydanlar var. En önemlisi 25 Mayıs meydanı. Etrafında çok şık binalar tabii ki bir de katedral var.



PAZAR YERİ

Köylü kadınların da ürünleri getirdikleri kocaman bir pazar yerinde ne arasan var. Meyvalar, etler şarküteri ve karnaval olduğu için her yerde içi su dolu balonlar, maskeler, su tabancaları satılıyor. Keşif gezimi yapıp öğlen yemeği marketin üst katındaki sokak lokantacılarından yiyorum. Öğleden sonra bağımsızlık müzesini geziyorum.

Güney Amerikanın bağımsızlık savaşı 1825 de Sucre’de başlayıp 1825 de bitiyor. Potosi’ye gümüş kent diyorlar ve bayraklarında Potosi’nin 2 tepesi var. İki lider var. Biri Bolivar Ekvator, Venezüella, Peru ve Kolombiya’da San Martin Arjantin ve Şili bölgesinde savaşıyor ve tek bir ülke yaratmak istiyorlar. Bolivya denizi sınırı olmayan tek ülke. İhracat ve ithalatını Paraguay ve Parana nehirleri üzerinden Arjantin’den denize ulaşarak yapabiliyor. Bağımsızlık savaşında Juana diye bir kadın var. 10 bin askerin komutanı oluyor.

Şili ile Bolivya arasında sınır problemleri olduğu için diplomatik ilişkileri yok ama ticari ilişkileri var. Şimdilerde yakında ki limandan Bolivya’nın yararlanması için görüşmeler yapılıyormuş.

Eva Morales Bolivya’nın 65. cumhurbaşkanı. Ülkenin adını çok uluslu Bolivya birliği olarak değiştirmiş. Hayat pahalılığı arttı ve çok fazla şapkalı yani yerel halklardan kişiler yönetimde söz sahibi olduğu için elit Bolivyalılar Morales’e karşı.



ANA MEYDAN

Bir de manastır geziyorum. Festival için bir sergi açılmış. Çeşitli gruplar içki ve yiyecek bir şeyler satıyorlar.

Sokaklarda dolaşırken bir yerde kadınlar içki içiyorlar bana da gel diyorlar. İkiletmiyorum. Yeni bir turizm şirketi açıyorlar onu kutluyorlarmış. Akşam Amsterdam bardayız gel diyorlar.

Gece Arjantinli gençler Romana ve Andres le birlikte Amsterdam bara gidiyoruz. Çok güzel bir müzik var. Herkes dans ediyor. Keyifli bir gece geçiyoruz.



AMSTERDAM BAR

04.03.2011
Bugün otelim değiştiriyorum. İnternet olan şık bir otele geçiyorum. Ortalık gürültüden geçilmiyor. Sucre üniversite şehri. Bütün gençler sokakta. Gruplar halinde arkalarında devamlı aynı müziği çalan bir orkestra yolları kapatarak yürüyor, birbirlerine su dolu balonlar atıyor, su tabancalarında su sıkıyor ve kar gibi bir şeyler sıkıyorlar. Açıkçası önceleri keyifle izliyorum ama giderek bayıyor. Sokaklarda içiliyor, sarhoşlar dolanıyor. Her yerde su dolu balonlar satılıyor ve herkes birbirine bunları atıyor.


GENÇLER EĞLENİYOR

Şehrin tepesindeki bir kafeye çıkıp güzel bir şarap içiyorum. Sonra da beni davet eden turizm şirketindeki kadınları ziyarete gidiyorum.

Şirketlerinin başarılı olası için bir tören yapılıyor. Bir yerde sigara, şeker ve diğer bazı ne olduğunu pek anlamadığım şeyler var. Önce orada bulunan herkes dört köşesine alkol döküp kalan alkolü içiyor. Ben de tabi. Sonra singari diye bir içkileri var. Seremoni onunla devam ediyor. En sonunda şarap. daha sonra bu malzeme mangalın üzerinde yakılıyor. Bu arada kapının önüne çiçek yaprakları dökülüyor ve bizde içtiğimiz bir miktar birayı oraya döküyoruz. Yanan şeyin aldığı şekle göre işin başarılı olup olmayacağına karar veriyorlar. Neyse ki bu kadınların işinin iyi gideceğini anlıyoruz. Aslında çok hoş kadınlar. Ama herkesin ne ilginç gelenekleri var.

Bir de bugün maske müzesini geziyorum. Maalesef açıklamaların İngilizcesi yok. Ama orada 50 kadar değişik maske var ve anladığım kadarıyla hepsinin farklı anlamı var. Çok etkileniyorum zira bu maskeler 20. yüzyılın sonunda yani bu insanlar Hıristiyan olduktan sonra ortaya çıkıyor. Şimdi de karnavallarda bu maskeleri kullanıyorlar ama sanırım Hindistan daki gibi yerli halk eski geleneklerini koruyor.
Günler sonra internet bulduğum için otel odasında hem dizi izleyip hem tamamlayamadığım



MASKLARDAN BİR ÖRNEK

blogumu tamamlıyor hem de rom kola içerek keyif yapıyorum.

05.02.2011
Güney Amerikanın her yerinde bu hafta karnaval var. Bolivya’daki en meşhur karnaval Oruro’da. Herkes oraya gidiyor. Sucre'deki daha sade bir karnaval ama keyifli. Şehirdeki çeşitli organizasyonlar çeşitli kıyafetlerle ve müzik eşliğinde meydandan geçiyorlar. Bazı gruplar gitarlar ve panflüt çalarak ve dans ederek geçiyor, bazıları seyircilere yumurta atıyor, seyirciler de onlara su ya da köpük sıkıyor. İki yaşından70 yaşına kadar yürüyenler dans edenler var. Burada da fotoğraflar anlatıyor durumu. Bu arada çok fotoğraf var ama muhakkak Salta çölü fotoğraflarına bakmayı atlamayın.



ANNEANNELER DE KORTEJDEYDİ

Öğleden sonra La Paz’a uçuyorum. Uçak 4:30 da. Ben saat 4 de havaalnında oluyrum.La Paz mı hadi uçak gidiyor diyorlar ne olduğumu anlamadan bavulum3 kilo fazla olduğu için para vererek uçağa biniyorum.
Yanımda Kanada-Guyana’lı bir kız var. Ona soruyorum ne oluyoruz diye. Meğer onu arayıp uçağın erken kalkacağını söylemişler. Ben de tesadüfen o saatte orada olduğum için binebiliyorum. Yoksa ertesi güne kalacağım. Uçak saatini değiştiren şirket benim 3 kilo ağır valizim için para almayı ihmal etmiyor.

Şeniza başı kapalı Müslüman bir Kanadalı... Sucre’de gönüllü bir organizasyon için çalışıyormuş. Böylece ileride daha iyi bir iş bulacağına inanıyor. 6 aylık evli. Uçaktan birlikte onun daha önce kaldığı çok şık bir apart otele gidiyoruz.



LA PAZ ÇARŞI

Akşam çarşıları dolaşıyoruz. Karnaval nedeniyle her tarafta tezgahlar açılmış, maskeler, kıyafetler vb şeyler satılıyor. Beni çok karmaşa rahatsız ediyor.
Gece tv de Oruro’daki karnavalı seyrederken uyuyorum. Rio karnavalı gibi çeşit çeşit kıyafetler maskeler içinde insanlar dans ederek seyircilerin önünden geçiyorlar.
06.03.2011
Sabah Şeniza ile şehrin en kenar mahallesinde (Ceja) yani tepelerde kurulan bir Pazar yerine gidiyoruz. La Paz iki dağın arasından akan bir nehrin etrafına kurulmuş. Dağ deyince öyle ufak tefek bir şey zannetmeyin. Çok yüksek iki yamaçta evler. Nehir kenarında daha çok iyi halli insanlar oturuyor ve aynı zamanda iş merkezleri aşağıda. Yukarı mahallede ise yoksullar yerleşmiş.



YUKARIDAKİLER VE AŞAĞIDAKİLER ARASINDA 800 M FARK VARMIŞ

Pazarda mobilyadan bisiklete, sebzeden ete aklınıza ne gelirse satılıyor ve aşağı mahalleye göre çok ucuz. Şeniza Kanadaya götüreceği hediyelerin bir kısmını buradan alıyor. Etrafta parlak kumaşlardan bol etekli, sırtlarında renk renk torbaları, kalın uzun saç örgülü,örgülerin ucu ponponla süslü, başlarında lorel-hardy şapkalarıyla tombik kadınlar dolaşmakta. Başka yerlerde de kadınlar şapka takıyor ama daha çok güneşten korunmak için. Buradaki şapkaları kafada taşımak bile zor. Hava yağmurluysa şapkalarının üzerine naylon torba geçiriyorlar.bu kadınların kalın örgü saçlarını pek kıskanmıştım doğrusu. Sonra çarşıda satılan bu saçları kalın göstermek için içine koydukları ip örgüleri görünce içim biraz rahatladı. bir de dişlerinin kenarına altın kaplama yapıyorlar. Hem zenginlik hem de koruma amaçlıymış.
Gençler daha çok eşorfman, kot ve tişört giyiyorlar.

Öğleden sonra turizm firmalarını dolaşıp meşhur ölüm yolunu yapmak için bilgi topluyorum. Bir de şehir turu yapmak istiyorum. Karnaval dolayısıyla pazartesi ve Salı tatil olduğu için bütün müzeler kapalı. İnsanlar çok içip tehlikeli araba kullandıkları için iyi şirketler bisiklet turlarını da iptal etmişler.

Sokaklar çoluk, çocuk, gençlerle dolu. Herkesin üzeride bir yağmurluk, birbirleri su ve köpük atıyor ve çok eğleniyorlar.


FESTİVAL

La Paz’da bir iki hafta önce selden dolayı toprak kayması olduğu ve 800 ev hasar gördüğü için karnaval şenlikleri nisana ertelenmiş. Ama gençler dinler mi?
Akşam Şeniza’ya buluşup trucha denen çok lezzetli bir göl balığından yiyoruz. Sonra da şık mekanımıza gidiyoruz. Bütün gün sokaklarda sürtmek bu yükseklikte insanı çok yoruyor. O bu sabaha karşı Kanada’ya uçacak ben de daha mütevazi bir yere geçeceğim.

07.03.2011
Sabah erkenden yeni mekanıma geçiyorum. Merkeze daha yakın çok şık, çok zarif bir hostel. Öbür tarafa ödediğim paranın üçte biri.



KATEDRAL ÖNÜ

Bavulu bırakıp şehir turu bulabilir miyim diye yine kendimi sokaklara atıyorum. Bugün de şehir turu yapan otobüs çalışmıyormuş. Bu La Paz beni istemiyor diye karar verip yarın için Copacabana biletimi alıyorum. Yarın karnavalın son günü herkes evinde paçamama’ya yani toprak anaya dua edermiş. Bugün ise herkes sokaklarda. Sabahtan bira kasaları sokakları kaplamış. Herkesin elinde plastik bir bardak bira içiyorlar, bazıları da teybe müzik koymuş hem içiyor, hem dans ediyorlar. Yerlere çiçek yaprakları ve konfeti gibi üzerinde çeşitli iyi dilekler yazan kağıtlar atıyorlar, bu kağıtları birbirlerinin boynuna da asıyorlar ve kapılarına arabalarına balonlar asıyorlar.



SOKAKTA DANS

Bir aileyi kapıların önünde teybe bir müzik koymuş, yerlere çiçek yaprakları atmış içerken görünce yaklaşıp iyi karnavallar diyorum. Çok hoşlarına gidiyor, hemen bana bira ikram ediyorlar ve anneanneyle karşılıklı dans ediyoruz. Sonra da içtiğin biranın bir kısmını yere döküyorsun. Bu paçamama alkolik herhalde. O kadar çok bira içiliyor ve dökülüyor ki.

En sonunda iki Hollandalı çocukla özel bir şehir turu ayarlıyoruz. Rehberimiz Digo endüstri mühendisliğinde okuyor. Hollandalı çocuklar da liseyi bitirip 6 ay çalışıp para biriktirmişler ve bu geziye çıkmışlar. Ama esas meseleleri gezmek değil gönüllü çalışmak. Nitekim Peru’da çocuk yuvalarında çalışmışlar. Karnaval nedeniyle La Paz’a gezmeye gelmişler dönüp Peru’da gönüllü çalışmaya devam edeceklermiş. Çok akıllı, buranın tarihi ile ilgilenen, ne istediğini bilen iki genç delikanlı.

Bolivya’da 18 yaşındaki erkekler askere bir yıl için gidiyormuş. Eğer okuyorsan hafta sonları, okul öğleden sonra bitiyormuş, o zamanlardan askerlik eğitimi alıyormuşsun. Bana güzel bir sistem gibi geldi.

Şehri tepeden gören bir yere gidiyoruz. Orada aşağı mahalle ve yukarı mahalle ayrımını çok net görüyorsun. Fakat devamlı yağmur yağdığı için ortalık sisli.
Daha sonra Morales’in çalışma mekanı da olan Plaza Murillo’ya gidiyoruz. Oradan La Paz’ın zenginlerinin oturduğu şehir dışındaki kalın duvarlarla çevrili villaları görüyoruz. Elbette bir kısım insan Morales’i istemeyecek. En büyük şikayet şeker ve yiyecek fiyatlarını artması. Buna karşılık fakirlere, hamile kadınlara ve öğrencilere yardım yapılmaya başlanmış.

Şehirde mikro denilen minibüs ya da eski otobüslerden oluşan bir ulaşım sistemi var. Üzerinde nereye gideceği yazılı. El kaldırıyorsun duruyor. Çok ucuza isteğin yere gidiyorsun.



AY VADİSİ

Sonunda ay vadisi denen bir yere gidiyoruz orası da çok yağmur yağdığı için girilmesi tehlike hale gelmiş ve gezmemize müsaade etmiyorlar. Ben bir kafamı uzatıyorum. Değişik bir toprak yapısı derin vadiler, dik tepeler oluşturmuş.

Akşam lüks bir otelin onbeşinci katında pisco sour denen buraya ait bir içki içiyorum. Daha doğrusu her ülke farklı içkiyle limonu karıştırıp adına da pisco sour diyor.

Oradan da halk danslarının yapıldığı şık bir lokantaya gidiyorum. Ülkenin çeşitli yerlerine ait dans gösterileri yapılıyor ve değişik orkestralar müzik ziyafeti veriyorlar.
La Paz’da cadılar çarşısı diye bir yer var. Orada batıl inanışlar için gerekli malzemeler satılıyor. Paçamama heykelleri, tütsü takımları ve lama yavrularının doğmadan anne karnından çıkarılıp kurutulmuşları var. Bunları yeni ev yaparken evin temelinin dört köşesine uğur ve korusun diye koyuyorlarmış.

Ayrıca bir kilisede erimiş mumlardan duvara ev çizen bir çift gördüm. İzmirdeki hıdrellez geleneğine ne çok benziyor. Çiğdem benim için neler neler çizdi ama benim inançsızlığımdan mı nedir hiçbiri gerçekleşmedi. :))



DOĞMAMIŞ LAMA YAVRULARI

Bir de şehrin ortasında kalın ve yüksek duvarlarla çevrili La Paz cezaevi var. Burayı gardiyanlara rüşvet vererek rehberli olarak gezebiliyormuşsun. Nitekim Arjantin de rastladığım bir İsveçli kadın gezmiş. Cezaevinde aileler çocukları ile kalabiliyormuş. Ayrıca paran varsa kendine özel mekan yaptırabiliyormuşsun. Bu kadın gezerken rehberlik yapan mahkum onların da bu işten para kazandığını söylüyor. Anlattıkları inanılmazdı. Söylentiye göre bu gezilerden biri youtube a düştükten sonra işi biraz daha sıkı tutuyorlarmış. Bunun manası daha yüksek rüşvet vermek gerekiyor herhalde.

8.03.2011
Sabah erkenden balonlar,yapraklar ve şeritlerle süslü aramızla Capocabana’ya yola çıkıyorum. Yanımda Kore kökenli yine bir Kanadalı oturuyor. Yolda otobüsten iniyoruz. Yolcular teknelerle otobüs ise uyduruk bir salla karşıya geçiyor.


BÜYÜLÜ OTOBÜSÜMÜZ

Titikaka gölünün çevresinden çok güzel manzaralarla Copacabana’ya varıyoruz. Copacabana iki dağın etrafında kurulu. Dağların arasındaki bölge tamamen turistik. Oteller, lokantalar,internet kafeler ve turizm ofisleri var. Dağın diğer iki yanında yerliler yaşıyor. Burası Bolivya ile Peru arasında durak yeri. Dünyanın üzerinde deniz araçların çalıştığı 3800 metredeki en yüksek gölü. Anlamı “Titi” büyük kedi, “kaka” kaya anlamında. İki kelimenin tercümesi “Puma kayası”.Efsaneye göre İlk İnka Kralı “Isla Del Sol”de yani Güneş adasında kedi başını andıran bir kaya üzerine çıkar. Diğer bir efsaneye göre de İnka’lar İspanyollara bir gemi ile altın götürürken İspanyolar krallarını öldürüyor ve buna kızan İknalar gemiyi batırıyorlar. Titikaka gölünde hala altın arayanlar varmış. Ancak gölün 8400 km2 olduğunu düşünürseniz derinliği de 250 metreyi geçiyor bu altınlar daha çok aranacak herhalde.

Gölün yarısı Peru’ya ait yarısı Bolivaya’ya.Tekne esas olarak turistlerle dolu. Ama Bolivya lı bir iki aile de var. Genç bir kadın var sırtındaki renkli torbada bebesiyle. Bütün yolu ayakta geliyor. Yanında kocası var şu çocuğu biraz da ben taşıyım demiyor. Zaten yolda ufacık bir kızla erkek çocuğuna rastlıyorum. Kızın sırtında yük var. Küçükten eğitiliyorlar yani. Bütün satış standlarında kadınlar var. Dolmuş muavinlerinin bile çoğu kadınlar.



KÜÇÜK KIZ VE YÜKÜ

Göle karşı tek sakıncası 5. katta olan manzaralı bir odada kalıyorum. Öğlen yemekte Şili’li makla tanışıyorum. Avukat olmuş ama ailesinin mobilya işinde çalışıyormuş. Ne telefonu ne de kamerası var. Hüzünlü ve ruh gibi bir hali var. Bana bugün yoldaşlık yapıyor. Beraber şehrin ortasındaki meşhur yerli meryemin olduğu katedrali geziyoruz. Katedral meydanında balon ve çiceklerle süslü arabalar kutsanmak için bekliyor. Şehri dolaşıyoruz. Karnavalın son günü olduğu için lokantaların çoğu kapalı, halk sokaklarda ve havai fişek gösterisi yapılıyor.

9.03.2012
Sabah erkenden tekneyle isla del sol yani güneş adasına yola çıkıyorum. Bu adada yerleşim yerleri çok sınırlı. Her yerleşim yerine girerken ayak bastı parası veriyorsun. Dağları teraslamışlar. Bakla,mısır gibi bitkiler yetiştiriyorlar. Rehber İspanyolca anlatıyor. İnkaların önemli yerleşim yerlerinden birini geziyoruz. Sunak alanlarını, suyu depoladıkları sarnıçları ve dağa oyulmuş yüzü görüyoruz. Tam anlamıyorum anlattıklarını. Ama manzara olağan üstü. Şapkam başımda olduğu ve güneş kremi sürdüğüm halde pancar gibi yanıyorum.

Güneş adasında karşısında ay adası var. Güneşin güneş asından ayın ay adasından doğduğuna inanıyorlar. Akşam kendime yerel meyvalardan ve buranın içkisi olan sanganiden oluşan bir ziyafet çekiyorum. Odamdan muhteşem gün bir gün batımı ve yeni ayın doğuşunu izliyorum.



Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

1800


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com