Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

ARJANTİN -ŞİLİ

   ARJANTİN -ŞİLİ



Hayallerin Gerçekleşmesi

Bence hayaller çok önemlidir. Herşey hayalle başlar. Maalesef bazıları gerçekleşmiyebilir ama bazıları da gerçekleşebilir. Benim de sırt çantamı alıp altı ay Latin Amerikayı gezmek yıllardır hayalim olmuştur. Pek çok ülkeyi gezdiğim halde Latin Amerikaya hiç gitmedim bu hayalimden dolayı. Bir gün farkettim ki bu hayalimi gereksiz bir şekilde erteliyorum. Bunu farketmemde son zamanlarda kaybettiğim sevdiklerimin etkisi oldu. Tabi yeğenimin düğünü de beni motive etti.
İspanyolca derslerimi tamamlamadan yola çıkmaya karar verdim. Ama benim karar vermem işi çözmedi. Elimi kırdığım için gezimi bir ay ertelemek zorunda kaldım. Ve süresini de altı aydan üç aya indirmek zorunda kaldım. Bu gezide bana cesaret veren Güzin ve Filiz’e çok teşekkür ediyorum. Pek çok arkadaşım bana deli gözüyle bakıyor. Belki de haklılar. Bu yaşımda, yalnız başıma, kesin bir program yapmadan yollara düşmek ne kadar akıllıcadır? Ama heyecan verici olduğu kesin. Benimle gelmeye söz veren arkadaşlarımın şu ya da bu mazereti çıkınca daha fazla ertelemeden hayallerimi gerçekleştirmeye koyuluyorum. Yıllardır bir hayalim daha var. Bir yelkenli alıp keyfini çıkarmak. Bunun için de amatör denizcilik sertifikamı aldım. Geriye bir atla üç nal kaldı yani...
Bir de miço arıyorum tabiii. :)) Meriç???
Arjantin'ne Varıyorum.

Buenos Aires

13 saatlik denizlerin çöllerin üzerinden güzel bir uçuşla Sao Paula’ya vardık. Havaalanı çok kalabalıktı. Benim sabah Buenes Aires’e varmam için 7 saat kadar oyalanmam gerekiyordu. Uçağı sabah 6 ya almıştım. Sao Paula havalanında oturacak bir yer bile olmadığını görünce Buenos Aires de vakit geçiririm dedim ve şansıma da kalkan bir uçakta yer buldum. Şu anda saat sabahın altısı. bir saat kadar daha oyalanıp beni burada misafir edecek insanların evine gideceğim.

Gezginlerin kurduğu benim bildiğim iki gönüllü grup var.Couchserving ve hospitalityclup. Bu gruplara üye olursanız geziniz sırasında sizi misafir edecek kişiler bulabiliyorsunuz. Böylece o kültürü daha yakından tanıma imkanınız oluyor. Siz de imkanınız varsa evinizde gezginleri misafir ediyor dayanışmaya katılıyorsunuz.

Benim bu sabah evlerine gitmek için beklediğim Alicia ve Daniel daha önce Güzin’e ev sahipliği yapmışlar.

8.01.2011

Sabah 7.5 da Alicia ve Daniel’in evine varıyorum. Şehrin çıkışının tam sınırında eski bir evde yaşıyorlar. Evin mimarisi çok değişik. Zaten sokaklarda dolaştıkça görüyorsunuz ki aynı tipte iki ev yok. Hepsi farklı ve kimlikleri var. Evde uzun bir hol üçe bölünmüş. Oturma odası, çalışma odası ve yemek odası ile mutfak .Yan tarafta bir avlu var. Çicek dolu. Avlunun bir kısmının üzeri camla kaplı. O bölümde de oturulup her işinizi yapabilirsiniz. Yatak odaları açık tavana yakın bir bölmede. Avludan üst kata çıkılıyor. Burada Daniel’in karanlık odası ve ikinci çalışma odası var. Ayrıca üst katta iki balkon var. Çicekler içinde .Ön taraf keyif yapmak için arka taraf çamaşır asmak vs işler için. Velhasıl çok değişik ilginç bir ev.
Ev kitap dolu. İkisi de üniversitede hoca. Daniel fotograf hocası, Alicia proje planlaması dersi veriyor. Sırt çantalarını alıp her fırsatta geziye çıkıyorlar.

Cumartesi anneleri ziyaretimize geliyor. O İngilizce bilmiyor. İspanyolca anlamaya çalışıyorum ama işim çok zor. Ağızlarında lafı geveliyorlar. Mahalleyi geziyoruz ve dinleniyorum. Muhteşem bir dondurmacıda mola veriyoruz. Gün batarken de yakındaki bir parka gidiyoruz. Koşanlar,mate içinler oyun oyunlarla dolu park. Yaşlıca bir grup adam yassı taşları atıp bir oyun oynuyorlar. Oyun ama bir ara ciddi bir münakaşa da oluyor. Aralarından biri mızıkcılık yaptı anlaşılan.

Burada Mate kültürü diye bir şey var. Mate yeşil çay tadında bir içki.Küçük bir bardak ve metal bir pipet var. Bitki bu bardağa konuyor. İçine sıcak su konuyor. Bir kişi mate servisini yapıyor. İlk servis yapılan su bitene kadar mateyi içiyor. Karıştırmak yasak. Bardağı servis yapana veriyor. Servisçi başı bardağa yeniden su koyuyor ve diğer kişiye veriyor. Bu sırayla böyle tekrarlıyor. Teşekkür ederim deyince artık içmeyeceğim demek oluyor. Arjantin’de mate kültürü çok yaygın. İnsanlar yanlarında termosları ellerinde bardaklarıyla sokaklarda dolanıyorlar ya da parklarda oturup içiyorlar. Sana mate ikram edilmesi de dostluk gösterisi.

Pazar günü Sen telmo için yola çıkıyoruz. Alicia inanılmaz bir rehber. Çok akıllı her konuda bana bilgi veriyor. Arjantin yıllarca askeri darbelerle cebelleştikten sonra nihayet sosyalist bir yönetime kavuşuyor ve işin en güzel yani bizim beceremediğimizi yapıyor ve darbecileri yargılıyor ve 80 yaş üstü adamları hapise atıyorlar.

San Telmo’ya heykeltıraş bir arkadaşları Adrian Dorado. -Arjantin’in ödüllü heykeltıraşlarından- ve kız arkadaşı Carmen ile birlikte gidiyoruz. Şehir merkezi otobüsle bir saat. Buenes Aires de caddeler her yöne en az üç şerit. Ve çok sayıda otobüs var.Her taraf ağaç ve park dolu..Pazar günleri San Telmo da sokak pazarı var. Antikacılar,tangocular ve tabi bütün turistler orada. Bir çift çok keyifli dans ediyor, ders veriyor sonra da seyircilerden para topluyorlar.

Çok keyifli bir turdan sonra lokal bir lokantada yemek yiyoruz. Porsiyonlar çok büyük. Kişi başı 40 peso, 15tl gibi bir fiyat ödüyoruz. Ben Montevideo’ya gitmek istediğimden gemi tarifesini öğrenmek için limana doğru yürürken bir pencereye tıklatıyorlar. Paloma’nın evi. Genç, güzel bir televizyoncu. Onun evi de başka güzel ve değişik. Erkek arkadaşı Kübalı. Osain. Babası Santiago Alverez. Kastro ve Allende ile belgeseller yapan bir film yapımcısı. Oğlunu Afrkalıların Che’ye taktığı lakabı vermiş. Kahve içip inanılmaz güzel sohbet ediyoruz. Onlar genellikle İspanyolca konuşuyor. Alicia bana tercüme ediyor. Bazen İngilizceye dönülüyor. Keyifli bir sohbet. Ama ben o kadar İspanyolca dersi aldığım halde anlamakta çok zorlanıyorum. Kelimeleri yutuyorlar anlamıyorum. Paloma bana beyaz eşarplı annelerle ilgili iki dokumenter film veriyor benim ilgilendiğimi görünce.

Yaz olduğu için bütün fiyatlar 3 e 4 e katlanmış. Normal 200 peso olan Montevideo gemi biletleri 650 peso. Yol paraları, hostel paraları hepsi uçmuş. Yalnız fiyatlar uçmakla kalsa iyi. Yer bulmak da çok zor. Hem bütçem , hem vakit olarak programı değiştirmem gerektiğini anlıyorum. Brezilyaya programdan çıkıyorum. Daha önce altı aylık program yapmakta çok haklıymışım.

Akşam bir arkadaşlarını ziyarete gidiyoruz. Yolda bir davul sesleri ve gürültüler duyuyoruz. Meğer her mahallenin kendi içinde oluşturduğu gruplar martta yapılacak karnaval için hazırlanırmış. Bu grup da bizim mahallenin takımı. Çoluk çocuk davul çalıp dans ediyorlar. Nasıl bir hazırlık ben tam anlamadım ama onların çok eğlendiği kesin.

Gladys ileMauricio. İkisi de teknik güzel sanatlar lisesinde öğretmen. Evleri resim müzesi gibi çünkü ikisi de resim yapıyor. 24 yaşındaki oğulları gece bize gitarla değişik Arjentin müziklerinden örnekler çalıyor. Onlar İngilizce bilmediği için konuşmalar İspanyolca oluyor. Çoğunu anlamıyorum ama yine de az biraz İspanyolcamı çat pat döktürüyorum. Çok keyifli bir gece geçiriyoruz. Hepsi solcu insanlar. Bol bol Arjantin Türkiye politikaları üzerine konuşuyoruz ve ne kadar çok ortak noktamız olduğunu tespit ediyoruz.

Pazartesi onlar doktora gideceği için ben de seyahat programımı yapmak üzere yollara dökülüyorum. Bir iki acenta geziyorum, otobüs terminaline uğruyorum. Sokaklarda sürtüyorum. Sokaklarda öpüşen gençler, ele ele yürüyen yaşlı çiftlerle dolu. Karşılaştığınız herkes sizi bir yanağınızdan öpüyor. Yani herkes habire öpüşüyor. Alicia ile Daniel de 30 yıllık evli olmalarına rağmen devamlı el ele ve öpüşüyorlar. Bana biraz ayıp oluyor ama yapacak bir şey yok.

Eski bir tiyatroyu kitapçı olarak kullanan bir yere giriyorum. tavanda resimler ,localarda insanlar oturmuş kitap okuyor sahne ise kafe. çoketkileyici bir mekan.
Daha sonra Buenes Aires'in meşhur mezarlığı Recolataya gidiyorum.Heykel müzesi gibi bir mezarlık. Eve Peron'un mezarını ziyaret ediyorum.

Akşam Gladis ile Mauricio yemeğe davet ediyoruz. Türk gecesi var. Fasulyeli pilav,salata, patlıcan ezme ve mücverden oluşan yemekleri ben hazırlıyorum. Mauricio’nun ailesi yıllar önce Irak’tan gelmiş ama yine de kültürleri devam ettiği için çok mutlu oluyor. Yemek saat gece onda başlıyor yani benim neredeyse yatma saatimde.

Salı günü Alicia ile Boca semtine gidiyoruz. Orası yoksulların ve hippi sanatçıların oturduğu bir yer. Ayrıca Boca Arjantin’nin en önemli futbol takımıymış. Sarı lacivert de renkleri. Benim de futbol bilgimin berbatlığı ortaya çıkıyor. Bölgenin bir iki sokağı renk renk boyanmış. Çeşitli hediyelik eşya dükkanları var. Lokantalarda tango ve gauco dansları yapılıyor. Gaucolar Arjantin’in kovboyları. Sert iklime alıştıkları için dansları da çok sert hareketler ve bakışlardan oluşuyor. Kahvemizi keyifli içerken onları seyrediyoruz. Oradan şehrin merkezine gidiyoruz. Bir metro hattı var. 1913 de yapılmış .. Güney Amerikanın ilk metrosu.Hala o zamandaki ahşap vagonlar kullanılıyor. Ona biniyoruz. Trafiğe kapalı sokaklarda dolaşıyoruz. Her yerde tango yapan bir iki kişi var.Sonra da seyircilerden para topluyorlar. Eski bir kafede kahve içelim diyoruz. Kapıda en az otuz kişilik kuyruk var ve kapıda da bir bekçi. Ben rica ediyorum ve içeri bir göz atıyorum. Daha sonra gelip bir kahve içmeye karar veriyoruz.

Her yerde HAVANA yazan dükkanlar var. Ne olabilir değil mi? bilemediniz. Havana purosu değil. Alfajor denilen birçeşit tatlının en meşhur markası imiş. İki biskui arası ve etrafı çukulata kaplı lezzetli bir kurabiye. Doğrudan geliyor olsaydım gelirken getirmem gereken birşeymiş.
12.01.2011
Bugün Puerto Madero’nun arkasındaki bataklık alana gideceğim. Burası kendiliğinden oluşmuş ekolojik bir park. Çeşitli kuşların ,hayvanların bitkilerin olduğu iddia edilen bir park. İddia edilen diyorum zira tam öğlen sıcağında gittiğim ve 1.5 saat yürümek zorunda kaldığım bu parkta bir kelebek,iki papağan ve biraz da kuştan başka bir şey göremiyorum ve yorulduğumla kalıyorum. Oradan şehrin içine doğru yürürken bir patlama sesleri duyuyorum ve korkuyorum açıkası. Bir ara cadde kapatılmış ve orada liman işcilerinin eylemi var. Bir yandan konuşmalar yapılırken arada sırada da ses bombası patlatıyorlar dikkat çekmek için.

Arjantin eyalet sistemi ile yönetiliyor. Başkanları eski bir gerilla Cristina Kirchner.Daha önceki başkan Nestor Kirchner’in eşi. Arjantin’in ilk seçimle iş başına gelen kadın cumhurbaşkanı. Biz de nasıl sağcı ve solcu(!) Atatürkçüler varsa burada da sağcı ve solcu Peroncular varmış.

Parkta dolaşırken o kadar yorulmuşum ki oturacak bir yer arıyorum. Ara sokaklarda Barbaro diye eski bir lokantada yemek yiyorum. Su 3 lira şarap 4 lira olunca tabi ki şarap içiyorum. Halbuki sıcakla baş edebilmek için su içmem gerekmiş. Kendimi eve zor atıyorum. İgauzu şelalelerine ve güneye gitmek için otobüs biletlerimi alıyorum. Uçak biletleri çok pahalı ayrıca da otobüsler yataklıymış ,yemek servisi varmış ve ülkeyi görerek gitmek hoş olacak diye düşünüyorum. İguazu şelaleri birşey değil. 22 saat. Esas Patagonya’ya giderken ne yapacağımı bilmiyorum. 40 saat ve en konforlu otobüslerde yer bulamadığım için bir alt gruptan biletimi aldım. Haydi hayırlısı.

Bu akşam yine ben yemek yapmaya karar verdim. Her sebze yok. Zeytinyağlı kabak, salata ve et yapacağım ama kabak bulmak çok kolay değil. Arjantinliler pek fazla sebze yemiyorlar. Sebzeyi genellikle Bolivyalı manavlar satıyorlar. Yakındaki bir manava gidiyorum. Hem ucuz hem çok çeşit var diyorlar. Manavda sıra numarası alarak alışveriş yapıyorsunuz. Sıra bana gelince padomima kopuyor. Ben manavın bir köşesine koşup kabakları gösteriyorum, oradan öbür köşeye domatesleri, sonra marul ve meyveleri… Manav, müşteriler ve ben çok eğleniyoruz. Yandaki kasap daha da eğlenceli. Adam soruyor ne istiyorsun diye. Ne isteyeceğim et istiyorum. Eliyle orasını burasını gösteriyor.Burada bin bir çeşit et var. Ben de elimi bir o taraf bir bu tarafa çeviriyorum ızgaralık et istediğimi anlatmaya çalışıyorum. Bu böyle bir süre devam ediyor. Sonunda adam İngilizce biliyor musun demez mi? İkimizde gülmeye başlıyoruz. Alicia ve Daniel yemeklerimi seviyorlar. Zaten pek yemek yedikleri yok. Sabah kahvaltısı kızarmış ekmek,krem peynir ve reçel. Her sabah. Öğlen bir yemek yapılıyor. Akşam da bir şey yemiyorlar doğru dürüst. Ben peynir ekmek ister misiniz dersem bir parça yiyorlar.


Perşembe günleri Alicia’nın annesini ziyaret günleriymiş. Haayde 82 yaşında. Bu yaşında bilgisayar öğrenmeye başlamış. Kocası işlettikleri bakkal dükkanında vurularak öldürülmüş. Şu anda kardeşiyle yaşıyor. Onun yaşadığı mahalle genellikle tek katlı. Arkalarında bahçeleri,havuzları olan şirin evler oluşuyor. Çeşitli yemekleri yiyoruz. Ben biraz da İspanyolca konuşmak imkanı buluyorum.

PLAZA DE MAYO

Öğleden sonra Plaza de Mayo meydanına gideceğiz. Arjantin’li annelerin 1977 den beri her Perşembe toplandıkları hükümet konağı Rosaro’nun karşısındaki meydan. 1976-1983 yılları arasında Arjantin’in başında bulanan cunta zamanında annelere göre 30 bin, askerlere göre 9 bin, şimdiki sosyalist hükümete göre 11 bin kişi ‘kaybolmuş’. Bunlardan 500 ü tutukluların yeni doğan çocukları asker ailelerine evlatlık olarak verilmiş. Çocuklarını arayan anneler birbirlerini bulmuşlar ve her Perşembe Plaza de Mayo meydanında toplanmaya başlamışlar. Cunta zamanı insanların toplanması yasak olduğu için polis annelere yürüyün demiş onlarda meydandaki anıtın etrafında o gün bugün Perşembe günleri yürümeye başlamışlar. Başlarına kayıp çocuklarının isimleri yazan beyaz eşarplar bağlamışlar. Bu eylem sonunda feminist bir harekete dönüşüyor. Evlerinde yemek yapan, çocuklarına bakan anneler sokaklara dökülüyor ve militan oluyorlar. Arjantin’de ve dünyada baskıya karşı sembol oluşturuyorlar. Bizde de Cumartesi annelerinin onlardan ilham almış olması çok muhtemel.

Bugün Perşembe ve ben Plaza de Mayo anneannelerine –artık onlar anneanne- gideceğim. Bugün için bütün programımı değiştirdim. Buenos Aires deki programımı bir hafta uzattım . Bu tarih yazan insanlarla birlikte olmak benim için çok önemliydi.

Saat 3.5 da meydandaydık. Anneler geleneklerini sürdürüyorlar ama artık çocuklarının devrimci idealleri için talepleri var. Okulları ,kütüphaneleri,kültür merkezleri var.Gençlere burs veriyorlar.
Ben çok heyecanlıyım. Beyaz başörtüleri ile anneler geliyorlar. Pankartlarını açıp yürüyorlar.
“alerta alerta que estan vivos todos los ideales de los desparecidos”, “Dikkat dikkat kaybolanların idealleri hala yaşıyor” diye slogan atıyorlar. Meydana gelen diğer kişiler de “madres de la plaza, el pueblo las abraza” “Meydanın anneleri halk sizi kucaklıyor” diye onlara sesliyor. Anneler çok yaşlanmış. Bazıları torunlarının kollarında yürüyorlar. İnanılmaz duygusal anlar benim için . tabi ben bir sulu gözlü olarak ağlıyorum bol bol. Annelerle meydanın etrafında dönüyorum ve slogan atıyorum.


Daniel ve alicia’nın benden önceki İngiliz misafirleri ile buluşuyor ve üst katında tango yapılan bir kafeye gidiyoruz. Saat erken olduğu için dans eden çok az çift var. Biz kafede oturup sohbet ediyoruz.İngiliz çift 5 haftadır Arjantinde geziyorlarmış. Bana epey ipucu veriyorlar. Türkiye’nin de hemen her yerini gezmişler.
Akşam yine Gladys’lere davetliyiz. Bizden başka bir süredir Almanya ‘da yaşayan Pedro ve Katerina var. Arjantin’e dönmek üzere gelmişler iş arıyorlar. Mauricio muhteşem bir domuz eti yemeği hazırlamış. Afiyetle yiyoruz. Yine güzel bir sohbet var. Yarı anlıyor yarı anlamıyor.

Daniel yıllardır pinpoint denilen bir teknikle fotograf çekiyor . Bize bu tekniği anlatıyor. Yuvarlak ya da kare kutu yapıyor. İçine film ya da fotoğraf kağıdı koyuyor. Duruma göre 1 dakikadan 3 aya kadar oraya gelen ışığı fotograf haline getiriyor. Arjantin’de bu tekniği kullanan tanınmış fotografçılardan biri.


Bu şekilde yazmaya devam edebilecek miyim bilemiyorum. Ama gittiği yere kadar gitsin bakalım. Bugün bilgisayarla olan işlerimi yapıyorum. Bütün günümü alıyor hatta eksik bile kalıyor. Akşam Palermo meydanına gidiyoruz. Meydan çok kalabalık. Bir kafede oturup şarap içiyoruz. Daha sonra tango yapılan bir kafeye gidiyoruz. Ama çok geç gittiğimiz için her yer dolu. Burası Arjantinlilerin milonga için gittiği bir mekan haftaya daha erken gitmeye karar veriyoruz.

15.01.2011

Bugün Tigre yolcusuyuz. Tigre Buenos Aires’e bir saat uzaklıkta Parana ile Uruguay nehrnin birleştirdiği yerdeki bir delta. Suların Inanılmaz bir manzara var. Nehirin kolları ve aralarda kanallar kanalların kenarında büyüklü küçüklü evler var. Her evin önünde kendine ait iskelesi var. Kanalların suyu kahverengi ancak Alicia temiz olduğunu ,kuzeyden gelen bitkilerin suya bu rengi verdiğini söylüyor.nitekim çoluk çocuk yüzüyor zaten. Bitkiler birikerek adacıklar oluşturuyor,zamanla adacıkların üzerinde ağaçlar kök salıyor ve ortaya bu ucu bucağı belli olmayan kanallar ve adalar çıkıyor. Her kanalın adı var ve her evin numarası; aynen sokaklar gibi.


Ana nehirde geçen vapurlara el kaldırıp biniyor istediğiniz yere gidiyorsunuz. Kanalların arasında yürüyoruz. Buradaki sükuneti ve manzaranın güzelliğini anlatmak için şair falan olmak lazım. Ne demek istediğimi fotograflar daha iyi anlatabilir.
Yolda ekolojik çiftlik yazısı görünce gidelim diyoruz. Ormanın içinde perişan bir kulübe. İçeride bir genç kız ve yakışıklı bir oğlan. Ekolojik bir proje, bir ütopya kurma peşindeler. İkisi de çok heyecanlı özellikle oğlan. Heyecanla anlatıyor,suyu nasıl arıttıklarını,nasıl yediklerinin tohumlarını sakladıklarını ve kendi kendine yeten bir ekolojik tip yer yaratacaklarını gözlerinden ateş fışkırarak inançla bize anlatıyorlar. Oraya gönüllüler beklediğini söylüyor.
Dönüşte tren bozuluyor. Yarım saatlik yolu üç saatte alıyoruz ve perişan bir halde eve dönüyoruz.

16.01.2011

Daniel üniversite dışında özel ders veriyor. Bu öğrencilerinin birinin çiftliğine pikniğe gidiyoruz. San Pedro diye Parana nehri kıyısında bir şehre yakın bir çiftlik. Ağaçlar gökyüzüne ulaşıyor neredeyse. Ucu bucağı görünmeyen ovanın bir bölümünde dört beş tek katlı evler var. Burada Pedro’nun – evine misafir gittiğimiz çocuk- dedesi ve babaannesi, amcası ve karısı, annesi ve babası kalıyormuş. Ayrıca çiftlikte bakıcının da evi var. Evlerin içi müze gibi. Kütüphaneleri, kuzineleri yanında modern ocaklarda zamana uymuş. Babaanne ve dede ölmüş. Anneler ve amcalarda şehre taşınmışlar. Çiftlik de Pedro ve arkadaşlarına kalmış.

Sabah arabalarıyla bizi alıyorlar ve konvoy halinde çiftliğe gidiyoruz. Pedro ve kız arkadaşı her türlü alışverişi yapmışlar. Daha sonra masraflar paylaşılacak. Bugün devamlı yenilip içiliyor. Önce milföy gibi bir tatlı geliyor. Sonra salam ve peynir. Ve nihayet mangaldan çeşit çeşit etler, patates, soğan ve közlenmiş biberler geliyor. Ben her piknik değişimde Alicia düzeltiyor. Piknik değil mangal partisi diye. Anladığım kadarıyla özel bir şey bu mangal partisi. Grup iki çocukla birlikte 13 kişi. Bol bol gülünüp espri yapılıyor. Hiçbir şey anlamıyorum. Çok da umursamıyorum. Manzara o kadar güzel ki. Ayrıca mangalın başındaki Pedro’yala İngilizce sohbet ediyoruz. Aslında herkes İngilizce biliyor ama kendi havalarındalar haklı olarak.

Sofrayı hazırlarken bir fırtına kopuyor. Bir anda kara bulutlar ve semayı kaplıyor, şimşekler çakıyor ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur. Bir saat kadar sürüyor. Renkler inanilmaz güzel.

Yemek sonrası nehir kenarına gidiyor ve mate içiyoruz. Zaten pek çok kişi de nehir kenarına gelmiş aynı şeyi yapıyor.

17.01.2011

Şu anda yataklı otobüsle İgauzu şelalelerine gidiyorum. Burada yataklı,yarı yataklı ve lüks diye üç çeşit otobüs var. Otobüsler iki katlı. Üçer koltuk var. Yani koltuklar geniş.gerçekten çok rahat. Otobüsde çay servisi falan var dediler ama 5 saattir elimize uyduruk bir kurabiye verildi. Akşam yemeği de verecekler sen yanına bir şey alma dediler. Ama bu gidişle aç bile kalabilirim . Uçak parasına gidiyorum. 225 tl civarında ve de 22 saat sürecek varmam.

18.012011

Yer ayırttığım hostele vardım. Pek matah değil. Girer girmez 2 gece kalacağım dedim ama bu doğru değilmiş. Önce bir etrafa bakıp sonra karar vermek lazım. Bunlar zamanla öğrenilecek anlaşılan. Bu yeri internetten ayırtmıştım. Havuzu var diyordu. Havuz dediği ufak bir su birikintisi. Bahçe dediği de bir avlu. Yani biraz kazıklanmışım. Ama insan kazıklanarak öğreniyor herhalde.

Eşyalarımı bırakıp İguasu şelalerinin Brezilya tarafına görmek üzere otobüs terminaline gidiyorum. Arjantin ve brezilya arasında devamlı otobüsler çalışıyor. İki sınırı geçiyorsunuz. Brezilya tarafından başka bir otobüsle şelalere gidiyorum. Giriş içn 100 peso veriyorum. Bir otobüs sizi alıyor ve şelalelerin olduğu yere götürüyor. Bu arada çeşitli aktiviteler var. Kano ,yürüyüşler vb. hiç birine yüz vermiyorum. Zira Brezilya tarafı pahalı.Yarın Arjantin tarafına geçip her bir şeyi yapacağım. Brezilya tarfından şelaleleri karşıdan görüyorsunuz. Tam 284 şelale var.Görüntü inanılmaz. Fotoğrafla anlatmak imkansız. Ben zaten kelimelere dökmekte özürlüyüm.

En iyisi bir video. Şelalelerin yakınında bir platform var. Onun üzerinde yürürken sanki sular sizi alıp götürecek gibi hissediyorsunuz. Bu arada rengarenk kelebekler,kuşlar ve kertenkeleler görüyorsunuz. Otobüsle giderken bir ara duruyor ne oldu diyorsunuz önünüzden bir takım hayvanlar geçiyor. Fareden büyük tavşandan küçük. Buranın en muteber hayvanları. Keyifle sallana sallana geçiyorlar önümüzden. Kitapta bir kuş bölgesinden bahsediyor. Parque de avis. Ben uzak olduğunu sandım ve gitmedim. Meğer yakında bir yermiş. Otobüsle geçerken anladım. Şelalelerin Brezilya tarafını gezerken kuşparkı da rahatça gezilebilir. Benden sonra gideceklere ipucu yarın sabah erkenden şelalelerin Arjantin tarafını gezeceğim. Oda arkadaşım Fillandiyalı şeker bir kız. Ve dışarıda dolunay var. Ben ne yapıyorum şimdi di mi? Git şarabını iç. Keyfine bak.

http://picasaweb.google.com/fotonergiz/IguazuSelaleriBrezilyaTaraf#

Sabah erkenden kalkıp otobüsle şelalelerin olduğu parka gidiyorum. Sanki bütün Arjantin parka gelmiş gibi kalabalık var. Ormanda kamyonla gezinti, şelalelere giden bir bot ve daha sonra da nehir gezisinde oluşan bir paket alıp 250 peso veriyorum. Ormanda gezi faslı palavra ama şelalelerin altına kadar botla gitmek olağanüstüydü. Bot şelalelerin dibine kadar gidiyor ve sırılsıklam oluyorsunuz. Size bir torba veriyorlar her şeyi onun içine koyuyorsunuz. Şelaleler inanılmaz fotograflarını koyacağım ama esas video çektim oranın havasını verebilecek onu yükleyebilecek miyim bilmiyorum. Bütün gün dolanıyorum. Çeşit çeşit kuşlar, renk renk el kadar kocaman kelebekler, kertenkeleler ortalıkta dolanıyor. Maymunlar da varmış ama bana denk gelmedi. 60 bin hektardan oluşan doğal bir park.



İçinde mini bir tren çalışıyor. Kalabalık olduğu için beklemek zorunda kalıyorum epey bir. En son devin ağzı denilen yere geliyorum. Olağanüstü bir görüntü, ses ve su damlaları. Son bot gezisini buranın yerli halkından bir adam İspanyolca anlatıyor. Yarı anlıyor yarı anlamıyorum. Yanımdaki kız bana tercüme ediyor. Nerelisin deyince baba Filistinli, anne Ukraynadan kız da Fransa’da yaşıyormuş. Keyifli bir günün ardından hostele geliyorum.

Bu gece oda arkadaşım Tayvanlı bir kız. Bahçede otururken bir de Hollandalı bize katılıyor. Birazdan da Alman bir oğlan. Dünyanın her yerinden insanlar bir masada keyifli bir sohbet.

20.01.2011

Bugün kendime tatil verdim. Bu şehri gezdim sabahtan. Olağanüstü güzel. Tek katlı evler tropik orman gibi bahçelerin içinde. Jardin de Picaflores diye bir adamın evine gittim. Giriş 10 peso. Evin bahçesinde humming birds denen bir kuş cinsi var. Bizde var mı bilemiyorum. Ufak kuşlar renk renk.uzun gagaları var onlar da çeşit çeşit renk. Kuşlara tatlı su koymuşlar. Uzun gagalarını deliğe sokup su içiyorlar ,bu arada deli gibi kanat çırpıp oldukları yerde yani havada öyle duruyorlar. Ayrıca bahçede çeşit çeşit başka kuşlar da var. Ev sahibi çok akılı kendi keyfi için bir şey yapıp bir de ondan para kazanıyor. Ben oradayken 5 kişi daha geldi.



KUŞLAR

Oradan çıkıp Paraguay, Arjantin ve Brezilyanın birleştiği bir bölge var oraya gidiyorum. Yolda bir adama yol soruyorum. Adam İranlıymış kız kardeşi de bir Türkle evli ve istanbul’da yaşıyormuş.



BURANIN YERLİLERİ DİLLERİNİ VE KÜLTÜRLERİNİ KORUYORLAR VE EL İŞİ SATIYORLAR

Sınırdan dönüşte nehir kıyısından yürüyorum. İlk defa yağmurluğumu almadım. Ne olur yağarsa bir yere sığınırım dedim. Ama nehir kıyısında sığınılacak yer yok. Yağmur bir anda başladı. Benim pek umurumda değil de fotoğraf makinama bir şey olur diye korkuyorum. Bereket ağaçlar var. Onlar bir nevi şemsiye görevi görüyor. Lokal bir yerde et ve salatadan oluşan öğle yemeğimi yiyorum. Burada etler muhteşem. Hayvanlar doğal ortamda büyüyor. Hazalcım kulakların çınlasın burası tam sana göre. Akşam 22 saatlik yataklı otobüsle Buenos Aires’e dönüyorum. Cumartesi de Ppatagonya yolcuyum. Şili sınırında problem varmış. Bakalaım ben gidene kadar belki yollar açılır.

GALİBA BU SEFER FOTOGRAFLARI KOYMAYI BAŞARDIM. ŞELALE FOTOGRAFLARININ DEVAMI

http://picasaweb.google.com/fotonergiz/IguazuSelaleleriArjantinTaraf#

İGUAZU ŞEHRİ FOTOGRAFLARI İÇİN

http://picasaweb.google.com/fotonergiz/IGUAZUSEHRI#

UMARIM BU SEFER BU BLOG BİRŞEYE BENZEDİ YOLLARDAN

21.01.2011

Sabah dokuz. Otobüs yolculukları çok keyifli. Dün akşam 7 de bindim. Koltukları yatan lüks otobüsle gidiyorum. Utanmasam yayılmış yatarken bir fotografımı çekeceğim. Battaniye ve küçük bir yastık da verdi bu firma. Neden bilmem burada gün batımları çok uzun sürüyor. Bir de bulutlu oldu mu gökyüzü seyrine doyum olmuyor.


OTOBÜS YATARKEN GÖRÜNMÜYOR MAALESEF

Şansıma bu gece dolunay da var. Arada biraz kitap okuyorum. Biraz etrafı seyrediyorum. Akşam 9 gibi yemek servisi yapılıyor. Otobüs hiç durmadan gidiyor. Bu firma çok iyi çıktı. Gelirkenki böyle değildi. Yemek THY larının yemekleri kadar bol ve güzel. Hatta şarap servisi bile var. Bir bardak şarabı içsen ne olacak içmesen ne olacak. Ama insana bir keyif veriyor ne hoş bir firmaymış bu diyorsun. Ha sahi buralara gelecekler için firmanın adı Crucero Del Notre . Öbür kötü firma da Singer. Aslıda hizmet sektörü böyle bir şey; ufak bir ilgi her şeyi değiştiriyor. Nilüfer firması ilk işe başladığında otobüslere ufak bir şeyler koydu. Yastık,dondurma falan gibi.Bir de İstanbulda servis işini çok iyi organize ettiler. Ben herkese Nilüferle gidin dedikçe benim kızlar dalga geçerdi. Ortak mısın oraya diye. Ama bakın şimdi Nilüfer de yer bulamıyorsunuz .Hem Varan kadar lüks sunuyorlar hem de fiyatları çok daha ucuz. Yakında Varan ve Ulusoy batarsa hiç şaşmam. Tabi bunda bizdeki uçak fiyatlarının ucuzluğu da rol oynayacak. Burada uçaklar çok pahalı muhtemelen ondan otobüsler bu kadar gelişmiş.


Bu sefer yerim otobüsün üst katında. Biraz hızlı gidersek ya da bozuk yolda üst kat trende gider gibi sallanıyor. Bu insanın uykusunu getiriyor ve benim bir itirazı yok. 11 saat uyuyorum. Gece arada bir gözümü açıp dolunayı ve etrafı seyrediyorum. Buenos Aires’e yaklaştıkça doğa değişmeye başladı. Kuzeydeki yüksek ve sık ağaçlı tropikal görüntünün yerini bazen sarı bazen yeşil gözün alabildiği düzlükler ve zaman zaman orada otlayan inekler aldı. Bir de Yunanistan’daki gibi burada da kaza olan yerlere ufak mum yakılacak bir köşe yapmışlar. Sürücüler için de uyarıcı oluyor herhalde.

Birazdan kahvaltı servisi başlar.

DUNYANIN UCUNDAKI SEHIR USHUAIA

Bugün aylaklık yapacağım. Yeni hostelime yerleştikten sonra sokaklarda dolanıyorum. Cezaevinden döndürülmüş bir müze var.onu arıyorum ama yanlış müzeye gidiyorum. Valilerden birinin evi. Matah bir şey yok. İkinci müze buranın yerlilerine ait. Epey ilginç. Buranın yerlileri Yamana’ları anlatıyor. 1800 lerde buraya bir İngiliz misyoner geliyor, yerlilerin dillerini öğreniyor ve bir sözlük hazırlıyor. Ushuaia’ya yönetici olması teklif ediliyor ama o kabul etmiyor. Bugün buranın en meşhur gezi alanı olan Hamberton çiftliğine yerleşiyor. Ben bu adamı çok sevdim. Onun 5. kuşak torunları şimdi bu çiftliği işletiyor ve para kazanıyorlar. Ushuaia’da gidilecek en önemli yerlerden biri.


VALININ EVININ BAHCESI BU CICEKLER HER YERDE VAR

Oradan eskiden cezaevi olan müzeye gidiyorum. Gerçekten ilginç bir müze. Benmüzelere pek bayılmam. Ama bu müze gerek cezaevinin, gerek buranın ve güney kutbunun tarihini çok güzel anlatıyor. Geçmişte Ushuaia Sibirya gibi mahkumların sürgün yeri imiş ve açık cezaevi imiş. Açık olmasına rağmen kimse kaçamamiş. Zira kaçanlar bir süre sonra soğuktan ve açlıktan hapishaneye geri dönüyorlarmış. Bir tek siyasi bir tutuklu kaçmış onu da almaya bir gemi gelmiş yani örgüt işi.bir de komik bir hikaye var. Kepçe kulaklı adamın biri üç beş kişi öldürmüş . Bu adamın katil olma sebebi kulaklarıdır diye düşünüp kulaklarını ameliyat etmişler.


CEZAEVİNİN İÇİ

Cezaevini mahkumlara 1902 yılında yaptırmışlar. İlginç bir mimarisi var. Mahkumların hayatlarını ve bu bölgenin, güney kutbunun keşfini gösteren belgeler var. 3 saat keyifli bir gezi yapıyorum. Bu arada bir yığın gemi batmış. Onları da gösteriyor. Ben de bir gemi yolcuğu yapacağım. Umarım batmaz. :)

26.01.2011
Bugün bir yığın para bayılıp bir tur aldım. Penguen adasına gideceğim. Öğlenden sonra 1.5 Saat otobüsle Harberton çiftliğine gidiyoruz. Oradan bir botla penguenlerin adasına. İnanılmaz bir görüntü. Her taraf penguen dolu. İki çeşit penguen var . Bir cins kavuniçi ayaklı onlardan 24 çift var diğerleri bütün adayı kaplamış . 3000 çift ve ayrıca yavrular . Yavrular tüylerini dökene kadar denize giremiyorlar, anneleri ve babaları onları besliyor. Baba penguen önden gelip yuvayı yapıyor. Arkadan gelen kadınlar adam için mücadele ediyorlar. Hayatın her alanı böyle mi ne? Dünyada 17 çeşit penguen varmış. Kanatlarını açıp arkaya doğru yaslanarak paytak paytak yürüyorlar. Bir kısmı yüzünü güneşe dönmüş biz çok yavaş hareket ediyoruz onları ürkütmemek için. Denizde de yüzerken aynı ördeği andırıyorlar.


BİR ADA DOLUSU PENGUEN

Bu adaya neden geldikleri bilinmiyor ama bütün ada penguen dolu. Kavuniçi ayaklar evlerini taşların olduğu yere yapıyor, diğerleri kumların içine. Kış gelince kuzeye gidiyorlar. İnanılmaz keyifli. Ayaklarımız altında yürüyorlar. Poz veriyorlar. Güneşe yüzlerini dönüyorlar. Çok şekerler. İyi ki gelmişim diyorum. Böyle bir şey insan hayatında bir kere görebilir herhalde.

Akşam üstü yemekten sonra şarabımızı alıp Feyyazla deniz kıyısında dolanıyoruz.Hava saat 11 gibi kararıyor. Yani burası beyaz geceler gibi. Gece geç kararıyor. Feyyaz'la sokaklarda şarap içerek dolanıyoruz.


LİLY,FEYYAZ VE BEN

Akşam hostelde oda arkadaşım Lily ile tanışıyorum.Güney Koreli,editör ve 6 ay Güney Amerikada gezecek. Çok keyifli bir sohbet ediyoruz. Bize iki şili’li çocuk da katılıyor. Turizm okuyorlarmış stajlarını Antarktikaya giden gemide yapacaklarmış. Onları öldürüp yerlerine geçip biz nasıl geçeriz diye çeşitli planlar yapıyoruz. Antarktikaya gidiş gemiyle 11 gün sürüyor, 10 gün de orada tatil yapıyorsunuz 4000 dolar bayılıp dönüyorsunuz.

27.01.2011

Bu sabah Feyyaz’la buluşuyoruz. Ve buradaki meşhur Martial buzuluna doğru yola çıkıyoruz. 7 km ama yokuş. Laflıyarak çıkıyoruz. Yolda bizim hostelde olan Brezilyalı iki kızla karşılayoruz. Hem de Rio de Jenario’dan. Onlar da bize katılıyorlar. Tepeye tırmanıyoruz.



BUZUL FATİHİ

Bizim Brezilalılar karı görünce çıldırıyorlar. Hava çok soğuk. Buzul diye en önemli aktiviteyi sunuyorlar ya. Nursencim bizim Ergisu ‘daki buzulun biraz büyüyü.bknz fotolar. Onları orada bırakıp biz dönüyoruz. Ağaçlar arasından yürüyüp hostele geliyoruz. Yemek yapıyoruz. Bonfile,salata,mantı ve şarap. İngilizler var Antartikaya gidiyorlar. Onları da öldürsek mi diye düşünüyoruz. Yahu her şey güzel. Ben bu gezme işini artık bırakıp bir yelkenli almak istiyordum ama galiba gezmeye devam edeceğim.

28.01.2011
Bugün kendime tatil verdim. Oturma yeri çok güzel manzaralı bir hostele geçtim. Sabah okyanus kıyısına yürüdüm ve And dağlarına selam verdim. Ushuaia’nın evleri çok şirin. Genelde küçük ve renkli.burası 6 ay arkla kaplı olduğu için herhalde insanlar evleri cart sarı,mor,yeşil gibi boyamışlar.


MAVİ KÜÇÜK EV

Hostelde internet bağlantısı bir türlü sağlanamadı. Öğleden sonra Puerto Natales de rehberlik yapan Cemle buluştuk. Gezim ile ilgili bir yığın fikir aldım.

Akşam hostelin salonunda çok güzel vakit geçirdik. Arjantinli 2 portekizce hocasıyla biraz İspanyolca konuştum. Lily şarap kraker ve sucuk getirdi. Feyyaz da gelince ekip tamam oldu. Bir de Amerikalı iki kardeş bize katıldı. Onlar gemiyle en uçtaki adaya gidip üç gün orada kaldıktan sonra gemiyle Puerto Arenas’a geçeceklermiş. Pahalı ama ilginç bir gezi yapıyorlar. Birisi gitar taşıyor ama çalmıyor. Ben çal falan deyince aynı odada kaldığımız için yatağımın başına gelip çalmaya söz veriyor ama nerdddeeeee. Bu Amerikalılara güvenilmez zaten. Velhasıl bütün akşam ye, iç,kıkırda fıkırda geçti.


29.01.2011

Şu anda havaalanında El Calafateye gidecek uçağı bekliyorum.

EL CALAFETE

Havaalanından servis hostelin önüne kadar bırakıyor beni. Şehir merkezine biraz uzak ama temiz güzel bir hostel. .MARCOPOLO İNN .Eşyalarımı odama bırakıp sokaklara atıyorum kendimi. Çöl gibi kurak bir bölgeye kurulmuş tam bir turist şehri. Her taraf turizm bürosu,otel, lokanta ve hediyelik eşya dükkanı dolu. Perito Morino buzulu gerçekten bir doğa harikası olduğu için buraya dünyanın her yerinden turistler akın ediyor. Buzulla ilgili çeşitli turlar düzenliyorlar. Şehir hızla büyüyor herhalde ki bizim hostelin olduğu bölgeye daha asfalt bile yapılmamış,yollar toprak.


EL CALAFATE ÇARŞISI
Sokaklarda dolanıp daha yakında bir hostel bulup taşınır mıyım diye araştırıyorum. Bu hostel konusu önemli. Arjantin’de ilk defa İguaza şelalelerinde hostelde kaldım. İnternetten 3 gecelik yer ayırtmıştım.gider gitmez de parasını verdim. Sonra hosteli beğenmedim. Oradaki son günümde biraz keyif yapacağım için bahçesi falan olan bir yere geçeyim dedim. Gittiğim yerler hep 4-6 kişilik erkek kadın karışık odalar var deyince benim aklım bu işi pek almadı. Nasıl yani tanımadığım adamlarla aynı odada mı kalacağım. Ama Ushuaia’daki ilk geceden sonra ar damarım çatladı. :) Biraz geçte olsa anladım ki burada işler böyle yürüyor. Artık ille de kdın yatakhanesi aramıyorum. Ama 4 kişilik oda iyi oluyor. Hele burada yalnızca Tayvan’lı bir kız vardı. Ve sabahın köründe çıkıp gecenin geç saatinde geliyordu.
Neyse diğer hostel benimkinden iyi değil. Uzaklığına razı oluyorum.

30.01.2011
Bugün meşhur buzulu görmeye gittim. Gece geç geleceğim için öğlen kendime bir ziyafet çekeyim bari dedim. Et ve sebzelerden oluşan,bal kabağı dahil çorbamsı bir yemek, şarap menüde ya şarap ya su vardı ve şeftali tatlısı yedim.



YUMMY

Yol 1.5 saat kadar sürüyor. Parkta bir gemi turu var. Tabi turist olarak hemen ona bindim. Çok bir özelliği yok. Buzulun yakınına götürüyor. Ama gemi çok kalabalık olduğu için doğru dürüst fotograf çekip izleyemiyorsun. Sonra otobüs gelip seni alıyor ve son durağa götürüyor. Burada yürüyüş yolları yapmışlar. Buzulun dibine kadar yaklaşıyorsun. Burası dünyanın tek büyüyen buzulu –günde 2 metreye kadar büyüdüğü oluyor.. İki dağın arasından kocaman bir buzul geliyor. Ushuaia’daki buzul halt etmiş. İki dağın iki tarafındada iki göl var. Bu iki göl arasında su akımı olduğu için buzulu alttan alta yiyor ve 3-4 senede bir buzul büyük bir kopuşla,,gürültüyle göle düşüyor. Zaten devamlı parçalar göle düşüyor. Düşen parçanın büyüklüğüne göre silah patlaması ,gök gürültüsü ve bomba patlamasına varan sesler çıkıyor. Etrafta kuşlar ötüşüyor. İnanılmaz bir manzara. Keyifle etrafta dolanıp tabiatı dinliyorum.



PERİTO MORENO BUZULU

Arjantin’liler ellerinde mate termosları ve bardaklarıyla kenarlara oturmuş matelerini içiyorlar. Mate içen biri olduğunu görürsen anla ki o Arjantinli ya da Uruguaylı. Ama bazen yanılabiliyorsun. Ushuaia’daki oda arkadaşım güney Koreli Lily’nin mate bardağını görünce onu da Arjantinli sanmıştım

Yolda tavşanlar önümüzden geçiyor ve de yolda hayvan ölüleri var. Bizde yolda insan ölüleri olur ya.

Gece iki İsveçli kadınla sohbet ediyoruz. Biri öğretmen öbürü bankada güvenlik görevlisi. Lesbiyen bir çift. Bu olanaklarla 6 ay güney amerikayı geziyorlar. Ne hoş değil mi?

31.01.2011
Dün gece kaplamam düştüğü için bugün EL Calafate’de sabahtan hastaneye gidiyorum. Dişçi o gün yokmuş aralarında konuşuyorlar biri var ama uzakta diye. Sonunda bana biraz bekle diyorlar. On dakika sonra yakışıklı bir dişci geliyor 45-50 yaşlarında. İngilizce bilmiyor. İşin garibi ilk defa Türkiye’yi bilmeyen birine denk geliyorum. Bilmeseler bile belki kibarlıktan aaa Türkiye deyip ilgi gösteriyorlardı. Bu adam bunu göstermiyor diye biraz sinirleniyorum. Aç haritayı biraz sağına soluna bak be adam değil mi? Koca Türkiye.



Adam dişimi yapıştırıyor ve implant yaptırman gerek deyip bana Buenos Aires deki bir doktoru öneriyor. Türkiye’yi bilmeyen adamdan ne hayır gelir yapıştırdığı diş akşama düşüyor. Bereket kenarda bir kaplama. Çok gülmezsem idare edecek ama benim gülmemem mümkün mü?

Öğlen otobüsle EL Chalten’e geliyorum. Yanımda bir İrlandalı çocuk. Biraz laflıyoruz. Moral bozuyor bu gençlik. Herkes 9-12 ay geziyor. En az gezen 6 ay. Bir de bana 3 ay için çok diyenler dinlesin.



EL CHALTEN

El Chalten gerçekten ilginç bir kasaba desek mi acaba zira burası yalnız 6 ay açık. Dünyanın her yerinden buraya treking için geliyorlar. İlginç bir doğası var. Arkada And dağları. Önde daha küçük dağlar.Hani çocukken resim çizerdik.sivri sivri dağlar. İşte öyle. Aralarında buzullar var ve buzulların önünde göller Bir yığın nehir, göl ve buzul var. Bir yığın da yürüme parkuru ve kamp yerleri.Burası da turistler için ama daha çok kampçılar için olduğundan çok sosyetik değil daha sade. Binalar bahçeler içinde, şirin küçük mekanlar... İnsanı ya da beni rahatsız etmiyor. Şehir ya da kasaba diyelim girişinde otobüsten indiriliyoruz. Ve burasının bir doğal park olduğu, etrafı kirletmemiz, ateş yakmamız gerektiği vb konularında uyarılıyoruz. Uymazsak ceza alacağımız anlatılıyor kibar bir şekilde. Elimize bir harita veriyorlar. Gezilecek yerleri gösteriyor. Zaten her yerde levhalar var. Kaç saate gidersin,nasıl gidersin. Patikalar çok düzgün. Zor olan yerlere tutunma yeri bile yapmışlar. Ona rağmen pek çok kişi rehber tutuyor. Yolda rastladığın herkes birbirine “hola” diyor. Yalnız bazı salak Fransızlar “bonjur” bazı Amerikalılarda “Hi” diyor. Bende onlara bir daha rastladığımda “merhaba” diyeceğim. Burada milliyetçi duygularım mı ortaya çıkıyor ne?



Oradan hostele gidiyoruz. Benim hostel kasabanın en sonunda. Yine bir kazık var ama neyse bereket hoş bir yer. Zaten kasabanın bir ucundan öbürüne en fazla 20 dakikada gidebilirsin. Tabi rüzgar varsa bu vakit uzayabilir zira burada devamlı rüzgar var ve inanılmaz güçlü esiyor.

Eşyalarımı bırakıp dağlara uzanıyorum. Bir tepede hem ovayı hem karlı And dağlarını izleyip dağlarına kar yağmış memleketimin diye bir türkü tutturuyorum. 2.5 saatlik bir trekingden sonra yorgun argın otele geliyorum. O ne odamda 2 yakışıklı adam var..Çocuklar horluyorum ha haberiniz olsun diyorum. Üzerimdeki ranzada yatan İsviçreli çocuk böyle sallasam olur mu diyor. Abi bular da alışmamışlar galiba horlamaya. Ne iştir bu. Akşam yanımda iki orta yaşlı çok şükür adamla yemek yiyorum. Onlarda İsviçreli ama köylüsü herhalde İngilizce bilmiyorlar. İtalyanca İspanyolca el kol hareketi idare ediyoruz. Sana kahve ısmarlıyalım diyorlar. İçmem uykum kaçar deyince baileys ısmarlıyorlar. Bu arada yan masada iki alman tavla oynuyor. Ben laf atıyorum iddialı olana “beni yenersen sana bira ısmarlarım” diye. Ortalık karışıyor tabi. Meğer yemeğe gideceklermiş. Ama erkek milleti değil mi? İddia deyince gel bir oyun oynayalım diyor. Bir oyunla bira olmaz diyorum. Tamam peki gel oynayalım diyor. Yahu çiğdem ve Meriç ben bu oyunu sizden öğrendim mi ne? Adamı 6 kapıya alıyor muyum?. Yeniliyor tabi.arkadaşları çok mutlu anlaşılan iddiacı bir adam. Yarın sabah tekrar oynayalım diyor ama kusura bakma alman kardeş ben yürüyüşe gideceğim diyorum. Onlar da dönüyorlarmış. Muhtemelen arkadaşları bununla epey dalga geçecekler.



1.02.2011
Göz açıp kapayıncaya kadar Şubat’ı getirdim bile. Sabah dokuz gibi kahvaltıya gidiyorum ortalıkta kimse yok. Sabahın köründe yollara düşmüşler. Bende geri kalır mıyım. Vuruyorum kendimi dağlara. 3 saat gidip 3 saat geri döneceğim. Yani 6 saat diyor elimize verdikleri harita. Ama benim kondisyonum var ben bunu 4 ya da 5 saatte bitiririm diyorum. Nerde 7 saatte zor bitiriyorum. Ama keyfini çıkara çıkara yürüyorum. Kuş sesleri, rüzgarın uğultusu,nehrin hışırtısını dinleyerek zaman zaman oturup etrafı seyrederek keyifle yürüyorum. Hava ve manzara her an değişiyor. Hava bir açıyor bir kapıyor.yağmur yayıyor,duruyor. Manzara derseniz ondan değişken. Bozkırda yürürken ormanın içine dalıyorsunuz,sonra bodur ağaçlar,tekrar gorgit ormanları gibi ormanlar. Sonra birden karşınıza karlı ve bulutlu And dağlarının tepeleri çıkıyor. Neresi bulut neresi kar anlamakta zorlanıyorsunuz.


Yolun sonunda bir kamp yeri var. Hiçbir olanağı yok. Kamp yeri olmasının tek sebebi dere kenarı, ağaçlık ve düzlük. Kamp kurdun bir şey eksik ya da bitti hadi bakalım 6 saat yürü kasabaya. Kampın biraz ilerisi buzul ve önünde göl. Etrafı karlı tepeli dağlar. Tepeye çıkıp sırtımı bir taşa dayıyorum. Hafiften bir yağmur var. Pançoma sarılmışım. Dünya umurumda değil. Yalnız hava soğuk olduğu için parmağım sızılıyor biraz.

Ağaçlar bir garip hal almışlar rüzgardan. Fotoğraflara bakınız. Dönerken güneş çıkıyor. Biraz daha kalsaydım dağları sis altında değil de güneş altında görseydim diye hayıflanıyorum ama geri dönecek mecalim yok.

Hostelde büyük bir İsrailli grup var. Hepsiçok genç. Buraya çok gelirlermiş. Bir ara politika tartışıyoruz. Erdoğan’ı sevmiyoruz diyorlar. İnanılmaz milliyetçiler. 18 yaşına gelince erkekler 3 sene kadınlar 2 sene askerlik yapıyormuş. Biz çok kuvvetliyiz Amerika, Rusya ve Çin’den sonra en güçlü ordu bizim diyorlar. Ben de ama bizim ordu çok kalabalık diyorum. Filistine giden gemiye İsrail askerlerin önce silahla saldırmadığını ama gemidekiler bıcak,baltayla onlara saldırınca ceplerinden gerçek silahlarını çıkardıklarını söylüyorlar. Medya ne kadar güçlü bir silah. Önemli olan insanlar ,ordular, savaşlar kötüdür falan diyorum ama pek anlayacak durumda değiller.

02.02.2012
Sabah erkenden yine dişçinin yolunu tutuyorum. Otelden 8 de git zira herkes randevulu diyorlar. Ben 7:45 de kapıdayım. Zil var çalıyorum kapı duvar. Saat 8 gibi bir adam geliyor kapıyı açıyor. Diş hekimini arıyorum diyorum. Bir yığın İspanyolca laf söylüyor. Aradan önemli olan bekle lafını anlıyorum. Hep böyle oluyor.onlar bir yığın laf söylüyor bazen bir kelimeden ne dediklerini çıkarıyorum. Çıkaramazsam da sevimli sevimli gülümsüyorum. Benim odacı zannettiğim adam meğerse diş hekimiymiş. Kaplamamı yapıştırıyor. Bu da İngilizce bilmiyor ama en azından Türkiyeyi biliyor.



Öğlen otobüsle El Calafate’ye döneceğim için nispeten kısa bir parkur seçip dağlara vuruyorum kendimi. Nursencim bu sene muhakkak Karadenize gidelim. Hatta belki Güzin de bizimle gelir. Aysun’u da alabiliriz. Dağları özlemişim. Kamp kuranları gördükçe içim gidiyor.
Burada büyülü bir dağ var. Fitz roy. Dimdik göğe yükseliyor. Adamın biri gün doğumunda fotorağrafını çekmiş. olağanüstü. Ama o dağı öyle görmeye hemen hemen hiç imkan yok çünkü tepesi genellile bulutlarla kaplı.

Bu arada bizim hostelin avlusuna bir otobüs daha doğrusu iki otobüs geldi. arı otobüsün büyüğü.öndeki normal otbüs. arkada yatakhane ve mutfak var. masalar açıldı yemekler yapıldı. Almanlardan bir grupda böyle geziyor



ALMANLARIN KARAVANLARI

Otobüste yanımda İsrailli psikolog bir kız 6 aydır dolaşıyormuş.ondan da tiyöler alıyorum yollar üzerine adı Limor politakayı ben de açmıyorum o da ama sanırım kadar gençler kadar ilgili de değil.
PUERTO NATALES- ŞİLİ

El Calafete’den Puerto Natales’e gitmek için Şili sınırını geçiyorsunuz. Bütün çantalar abuk bir şekilde aranıyor. Meyva, süt ürünleri falan varsa el koyuyorlar.


KALDIĞIM EVİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ

Couchsurfing de bulduğum bir ailenin evine gidiyorum ama gün aksiliklerle başlıyor. Önce bavulumun tekerlekleri kırılıyor. Eee bu kadar yola itiraz ediyorlar tabi. Sonra küçük not defterim var, onu kaybediyorum. Esas felaket aylarca hayalini kurduğum Şili fiyordları ve buzulları arasında yapacağım gemi seyahatinin iptal olması. İnanılmaz bir şey olmuş ve şapşal kaptan gemiyi bir yerde karaya çarpmış. Bu tarih de gelmiş tam benim gideceğim tarihe denk düşürmüş. Her ne kadar şirket bunu sigorta için yaptı diyorlarsa da, şanş bana denk gelmiş. Halbuki ben bu gemide içmek için biraz metaksa bile getirmiştim yanımda.


HAİN GEMİ ÇARPACAK ZAMANI BULMUŞ

Tahmin edeceğiniz gibi moralim inanılmaz bozuldu. İyi gemi yok bari gideceğim yere otobüsle gideyim diyorum, bir hafta bütün otobüsler dolu. Yuuuf olsun... iyi peki uçak... Orada da yer yok. Gel de canın sıkılmasın. Bütün bu gelişmeleri de tesadüfen öğreniyorum. Gemi şirketi lütfedip bildirmiyor. Sabah 4 de gemiye binilecek dendiği için hani geceden binebilir miyim diye sormaya gidince öğreniyorum.

Öğleden sonra bir acentede dağcılık nasıl yapılır, bu gideceğimiz dağ nasıldır diye bir konferansa gidiyorum. Benim derdim birlikte gidebileceğim birini bulabilir miyim? Ama kimse yüz vermiyor.Onun üzerine bir turizm şirketinden otobüs biletimi ve bir gece kalmalık refugeu denilen, 5 yıldızlı otel fiyatında olan ama 6 kişinin kalacağı bir odada yer ayırtıyorum. Buraya kadar gelmişken Torres del Paine’yi görmeden gitmek olmaz.
Yanında kalacağım aileye gelince onlar da başka alem. Şeker tipler ama ev rezalet pis. Evi pansiyon gibi kullanıyorlar, bu arada da couchserving i de kullanıyorlar. Onlarda kalmayan yok. Türklerden bile benden önce 4 kişi kalmış. Hemen anlatıyorlar; bir gün sen kendi yemeklerinden yapacaksın, elektrik, su internet için kumbaraya para atacaksın. Tek avantajı İspanyolca konuşuyorlar, bana epey bir eksersiz oluyor. Akşam yemek için onlarla markete gidip aldıklarının parasını veriyorum. Gece 11 de tavuk ve pilavdan oluşan yemeği yiyoruz. Akşamüzeri Meksikalı bir çocuk da bize katılıyor. Otostopla gelmiş buralara kadar. Her şeye rağmen İspanyolca konuştuğum için mutluyum.

Ertesi gün, meşhur Torres del Paine için yola çıkacağım sabahın köründe, bu sefer de yağmur var. Yahu ne oluyor diyorum tabi kendi kendime. Bereket iki saatlik yolda yağmur azalıyor, hava açar gibi oluyor.


BAŞI BULUTLU DAĞLAR

Puerto Natales’i de meşhur eden Milli park ve Torres del Paine- yani paine’nenin tepeleri. Bu dağlar And dağlarının bir bölümü değil ama iki büyük dağ silsilesi ve etrafında göller ,buzullar ve daha küçük dağlar var. Üzerinde çeşitli rotalar oluşturmuşlar. En meşhuru W rotası 5 ile 9 gün de tamamlayabiliyorsun. Rotaların arasında kamp yerleri ve refigue denilen otelimsi yerler var.

Otobüsün bizi bıraktığı yerde katamarana binip karşıya geçiyoruz. Tepeleri karlı ve bulutlu dağların arasından. Kalacağım yer gerçekten çok hoş. Oda dağlara ve göle bakıyor. Dağlara bakan bir de barı var.


BARIN MANZARASI

Eşyalarımı bırakıp kendimi dağlara vuruyorum. Dağların, göllerin, ağaçların arasından bu sefer 5 saat yürüyorum. Ben biraz daha buralarda dolanırsam Evereste çıkmaktan kimse beni alıkoyamaz.

Otele dönüp bir duş alıp doğru bara. Happy hour ayağına bir içki fiyatına iki içki veriyorlar. Tabi burası çok lüks bir yer ve her şey çok pahalı. Ama barın manzarası muhteşem. Dışarıdaki gariban kampçılara acıyarak cinimi yudumluyorum, manzaranın keyfini çıkarıyorum.Yanımda Amerikalı bir genç kız,karşımda Şilili bir aile . Hep beraber İngilizce,İspanyolca sohbet başlıyor. Şililer 10 gün W rotasını yapmışlar. Orta yaşlı gazeteci bir kadın,oğlu, oğlunun nişanlısı ve nişanlının ağabeyi. Amerikalı kız da iddialı onların 10 günde yaptığını 5 günde yapacak. Kolay gelsin yavru kuş sana diyorum.



Sabah ilk vapurla geri dönüyorum ve tekrar geldiğim yere El Calafate’ye bilet alıyorum. Otobüse benden sonra 40 yaşlarında yakışıklıca bir adam binince benim yanıma oturursa şansım dönmüş demektir diyorum içimden. Hooop yanımda vallahi. Yani sanmayın ki adam peşindeyim. Otobüste 25 yaşın üzerinde kimse yok. Adam Fransa da diş teknisyeniymiş. Kız Nursen sen de türkiyede diş hekimi olacağına niye gidip Fransa da diş teknisyeni olmuyorsun? Adamla sohbet sırasında Fransanın ekonomik durumunu anlatırken kendi durumunu da anlatıyor. Paraya para demiyor. Ama ağlaşıyor. Sırf 5 gün kamp için 1500 dolara yakın para harcamış. Gel biz sana bedava dağ yürüyüşü yaptıralım diyorum. Adamın çok orijinal bir yelkenlisi var, Paris’te dairesi var; yok vallahi mal mülk peşinde değilim hem bekar, hem dağcı, hem de güzel gözleri var. Ama bir sakıncası var Fransız. Bütün bunları o anlattı. Sen git adama sor, geçen gün otobüste bir kadınla 5 saat konuşmuşsun, kimmiş de üç cümle ancak kurar. Onları da o sormamıştır ben gevezeliğimden anlatmışımdır. Bunlar kendilerini çok beğendikleri için hep kendilerini anlatırlar. Karşısındaki kimdir ilgilenmez. Zaten otobüsten inince benimle selamı sabahı kesiyor. Anlıyor zira ben gariban bir emekli mühendisim.



EL CLAFATE NİN ÇİCEĞİ DE LAVANTA

06.02.2011
Sabahın köründe otobüs terminaline gidip kuzeye Bariloche’ye bilet arıyorum. Bugüne yok. Yarın öğleden sonraya bilet var. İşte bu yüzden ben de bu kadar detaylı şeyleri yazabiliyorum. Bu arada kirlenen çamaşırlarımı yıkatıyorum. Aylak aylak hostelde oyalanıyorum. Zira El Calafete‘yi zaten gezip bitirmiştim. Öğlen güzel bir yemek yiyorum. Akşama da şarap peynir ,salam alıp keyif yapmayı planlıyorum. Otobüsüm yarın öğlenden sonra. Burada meşhur bir rota 40 var. Yani 30 saatlik And dağlarının kenarından geçen bir yol.30 saatte bir şey mi? Ben bugüne bugün 55 saat otobüsle yol gitmiş kadınım. Bana vız gelir tırıs gider. Moralimi düzeltmek için gördüğünüz gibi işi gırgıra vurdum artık.
Perşembe, Şubat 17, 2011
YİNE YOLLARDAYIM VE BARİLOCHE



Gemi iptal olunca El Calafate’ye dönüp ve de iki gün bekleyip dün akşamüstü otobüse bindim. 30 saatlik bir yol daha. And dağlarının eteğinden geçen ve kuzeye giden meşhur bir rota 40 var. Gemiyi yapamadım bari onu yapayım diyorum. Ama ortaya çıkıyor ki benim aldığım bilet o değil. Önce otobüs güneye Rio Gallegos’a gidiyor oradan kuzeye Bariloche’ye çıkıyor. Ben bunu bilsem doğrudan Rio Gallegos’a gelir El Calafate’de oyalanmazdım. Bunlar hep bana ders. Planım aksadı mı hemen panikliyorum. Etraflıca sorup araştırmadan cumburlop bir şeyler yapıyorum ve sonra anlıyorum ki çok yanlış yapmışım. Umarım bu gezi bana bunu öğretir ve hayatı paniklemeden daha sakin yaşamasını beceririm.



GÜN DOĞUMU

Bereket bu yolculuklar çok rahat otobüslerle yapılıyor. Kitabını oku, yol programını yap, sakin sakin düşün;hepsi için bol bol vakit var. Yani tam bana göre.
Akşam gün batarkan yeni ay da batıyordu ve kocaman bir yeni aydı. Acaba buralar aya daha yakın olabilir mi? Çünkü bir ay meraklısı olarak ben o kadar kocaman yeni ay hiç görmedim. Gece de tepeme yıldızlar yağdı. Bir de denizin üzerinden müthiş bir gün doğumu. Burası genelde dümdüz olduğu için havada bulut da varsa gün doğumu ve batımları muhteşem oluyor.

Arjantin çok büyük bir ülke. 2.8 milyon metre kara toprağa karşılık 40 milyon kişi yaşıyor. Onun için yolda gidiyor gidiyor ve hiçbir hayat izi görmüyorsun. Moğolistan ‘da bile zaman zaman göcebe çadırları görmek mümkünken burada alabildiğine bir boşluk var. Yolda Eduaroda Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarlarını okumaya başladım. Keyifli bir kitap. Koca kıtanın nasıl sömürülüp askeri darbeler ülkesi haline geldiğini o kadar güzel anlatmış ki.



Gece otobüs çok geç Bariloche’ye varıyor. Yanımda oturan Hollandalı bir kız öbür tarafımda Romanyalı bir tur rehberi var. Hollandalı kız otobüse yarı yoldan bindi ve bütün çanaşırlarını donu dahil otobüsün her yanına kurusun diye astı. Otobüsten inince biraz da zorunlu olarak beraber kalacak bir yer aradık. Bu kadın Hollada’da öğretmenmiş. Evini satıp bir yıllık bir geziye çıkmış. Bu gezide 60 küsür ülke gezicekmiş. Bunlara Antartika ve Galapagos adaları gibi inanılmaz fiyatlara mal olan geziler de var. Gel gör kadın bir dilenci. Her an yalvar yakar halinde. Bir hostele gidiyoruz akşam yemekleri bedava ama zamanı geçmiş. Kadın yalvarıyor ne olur diye. Yahu atıştır bir şey ve yat değil mi? Nitekim yanında yağ ,peynir ne istersen var. Odada çıkarıp yiyor ve ben otobüs ve taksi paralarını verdiğim halde sen de ister misin demiyor. Bir de çantaları var inanılmaz. 3 tane torba küçük sırt çantası falan. Ve de bir büyük bavul ve kocaman bir sırt çantası. Tamam anladık hem kışlık hem yazlık taşıyoruz ama ne bu anlaşılmaz.

Gece geç vakit zar zor bir hostel bulup yerleşiyoruz.


BARİLOCHE MEYDANI

10.02.2011
Benim daha önce irtibat kurduğum bir çocuk var. Sabah bakıyorum ondan bir mesaj var. Gel kal bende diye. Bu kız bu hostel çok pahalı bende seninle geleyim diye tutturuyor. Ben bir gidip bakıyım diyorum. Nitekim ufacık bir ev. Oda dolaplarla ayrılmış. Yandaki yatakta ben yatacağım. Ayrıca ev karanlık. Ama çocuk kibarlık yapıp beni davet etmiş. En azından bir gece kalırım diyorum. Dönüp kıza söylüyorum ev çok küçük ve ayrıca bu çocuk ona gelemezsin demiş. Yalvar yakar benden adresini alıyor . eğer beni görürse kabul eder belki bu hostel çok pahalı diyor. Ve beni sinir ediyor.



Kendimi Bariloche sokaklarına atıyorum. Önce turizm information merkzine uğruyorum. Tam dört kişi çalışıyor. Kuyruk var. Sıra bana gelince oradaki kız her türlü bilgiyi bana veriyor. Çok organize olmuşlar.

Burada kışın da kayak yapıldığı için tam bir turizm merkezi. Gidip bir bisiklet kiralıyorum. Aslında hala yol yorgunluğunu üzerimden atmış değilim. Ama olsun. Aylar sonra bisiklete bineceğim. Parmağımdan çok korkuyordum ama bugün beni çok güzel idare etti. Bariloche bir göl kenarında yamaca kurulu çok şirin bir şehir.Evler bahçe içinde ve çok güzel. Bu mevsim Arjantin’in her yerinden buraya turist akıyor. Tabi yabancılar da var. Onun için her tarafta şık oteller var. Özellikler göl boyunca her yer otel dolu.


BİSİKLETİM VE BEN

Bisiklete atlayıp önce garaja gidip Pucon için biletimi alıyorum. Oradan ver elini Bariloche yolları. Göl kenarından pedal basıyorum. Çok keyifli ama çok sıcak bir gün. Herkes göle giriyor. Ben de gireceğim, çok güzel görünüyor.

Şehrin ortasında taştan yapılmış, her tarafı vitray pencereler kaplı bir katedral var. İspanyollar 16. yy da gelince hemen bu binayı dikmişler. Yerlilerin canına okuyup biz buradayız diye göstermek için herhalde. Bugün kızılderili bir kadın gördüm. Hiç karşımadan bu zamana kadar gelebilmiş demek ki dedim, tabi içimden :)
Burada hemen her yerde çeşitli teleferikler var. Bu gün ikisine biniyorum. Biri Cerro Otto. Tepesinde Arjantin’deki tek döner lokanta var. Diğeri daha küçük ve açık bir teleferik. Tepede bir kafe var. Velhasıl gün çok güzel geçiyor.


TEPELERDEN BİR GÖRÜNTÜ

Teleferikler, bisiklet, abur cubur. Akşam biraz da mutsuz, kalacağım eve geliyorum. Oğlanla tanışıyoruz. Gonzala. Çok şeker bir tip çıkıyor. Üstüne üstlük evin çok güzel bir bahçesi var. Bahçede şarabımı içip peynir ve salamdan oluşan yemeğimi yiyip keyif yapıyorum. Muhtemelen kalan iki geceyi de burada geçireceğim. Gonzalo bana İspanyolcam konusunda çok yardımcı olacak gibi görünüyor. Ben şimdi bunları yazarken o koşmaya gitti. Yarın gece de beraber yemek yemek üzere anlaştık. Bu küçücük eve bir de İsveçli kız geliyormuş. Hadi hayırlısı. Misafir misafiri sevmezmiş.

10.02.2011
Sabah yine yollara düşüyorum. Dağlara dağlara. Yine bir teleferik bulup tepelere çıkıyorum. Oradan ormana yürüyüşe.hava çok sıcak olduğu için çok yoruluyorum. Herkes göle giriyor. Çok soğuk diyorlar ama yarın ben de girmeye niyetliyim.



Akşam Gonzala beni yemeğe davet ediyor. Kıymalı makarna yiyoruz. Öğlen ben göl kenarında şnitsel ile şaraptan oluşan güzel bir yemek yemiştim. Burada porsiyonlar inanılmaz büyük.

İsveçli kız geldi. Üç aydır güney Amerika’daymış. Su gibi İspanyolca konuşuyor. Ben de üç ayın sonunda konuşabilecek miyim acaba? Buenos Aires den İspanyolca konuşmaya başlasaydım çok iyi olacakmış. İki gece biraz kalabalık olacak burası ama Gonzalo gitmen gerekmiyor dedi. Ben de yarın onlara yemek yapacağım. İsveçli kız boncuktan bilezik yapıp satıyor ve yolculuk parasını çıkarıyormuş.

11.02.2011
İsviçreli kız çok şeker çıkıyor. Adı Anina. Çevre mühendisiymiş,iş bulamayınca 7 aylığına Latin Amerika turuna çıkmış. Bunun da cebinde parası yok. Şili’de çiftliklerde çalışmış. Bir de bilezik yapıp gece tezgah açıp satıyor. Ben de ayrılırken ondan bir bilezik aldım çok mutlu oldu. Garibanlar yardım komitesi oldum çıktım buralarda.
Yemek yapmak için markete gidiyorum ama doğru dürüst hiç sebze yok. Lahana bulunca kıymalı kapuska ile dometesli pilav yapıyorum. Anina da salatayı yapınca öğlen ziyafetimiz hazır. Koca bir tencere kapuska bitince yemeği beğendiklerine karar veriyorum.

Öğleden sonra Anina ile göle girmeye gidiyoruz. Dün çok sıcak olan hava bugün kapamaz mı? Bir de fırtına ve yağmur geliyor. Anina yağmur öncesi yüzüyor ama ben ayağımı göle sonunca vaz geçiyorum,zira gerçekten su çok soğuk.



Akşam daha önce CS’den yazıştığım ve evinde kalacağım ama erken geldiğim için kalamadığım üniversite hocası Valatina ile buluşuyor. O geçen sene CSle Kuzey Avrupa’yı dolaşmış. O sırada Bariloche’de olan Cordobalı bir kızı da davet etmiş buluşmaya. Yemeğe gidiyoruz. Kadın davet etti ama herkes kendi kesesinden yesin içsin davetiymiş meğerse. Aralarında İspanyolca konuşuyorlar . Ana fikri anlıyorum ama detaylar konusunda zorlanıyorum. Neyse ki zaman zaman İngilizceye dönüyorlar. Cordoba’lı kız her konuda bir gamlı baykuş. Şili’ye gidiyorsun dikkat et orada çok deprem oluyor diyor. Yani ne yapmam lazım diyorum edepsizliğine. Salak mı ne ?



Gonzalo’nun evinin yanında, evinin 3 katı bir ofisi var. Web sitesi dizayn ediyor. İlk geldiğim gün bana karşıdaki çok güzel bir evi gösterip burada çalışıyorum demişti. Ben de orada bahçıvanlık falan yapıyor sandım. Gariban oğlan bak evini misafirlere açıyor bari akşam ona da yiyecek alayım diyorum ama o gece Gonzalo arkadaşlarıyla yemeğe çıkıyor ve dönmezsem merak etme diyor. Ama herhalde kız buna yüz vermiyor ki sabah kalktığımda evde buluyorum.



IŞIKLARDA ATRAKSİYON

Bu akşam da döndüğümde ofisinde bir arkadaşıyla şarap içerken buluyorum. Anina’ya da ofisinde yatma teklifi yaptı ilk geldiğinde. Tarihleri karıştırdığı için ikimizi de eve kabul etmiş. Ama Anina yere uyku tulumunu serip yatmayı tercih etti. Gonzalo’nun arkadaşı 15 günlüğüne Meksika’ya gidiyor. Biraz sohbet ediyoruz.

12.02.2011
Sabah erkenden Gonzalo bizi arabasıyla garaja bırakıyor. Ona pc deki bütün Türkçe şarkıları yüklüyorum. Çok mutlu oluyor.
Otobüslerde devamlı film gösteriyorlar. Uyduruk eski filmler ama İspanyolca alt yazılı olduğundan bana bayağı faydası olur diye izliyorum. Ama yol bugün o kadar güzel ki film falan izlenmez.

And dağlarını geçiyor Şili’ye Pucon'a gidiyorum. Yol dağların, ormanların,göllerin arasından geçiyor. Yol üzerinde ahşap evlerden oluşan küçük kasabalardan geçiyoruz. Hafif yağmur var .

Şili sınırından bu 3. girişim. Çok komik uygulamaları var. Bütün çantalar otobüsten iniyor. Eskiden bavulları açtırıyorlarmış artık modernleşmişler çantalar cihazdan geçiyor,meyva süt ürünleri var mı onu kontrol ediyorlar. Bu sefer bir de köpek geldi koklayarak çantaları kontrol etmeye. Sonra da çantaları otobüse yükleyen adam bahşiş diye dolandı.

Şili tarafı ile Arjantin tarafı bu kadar farklı olabilir. Arjantin’in lüks, zarif evlerinin yerine Şili de yine teneke, baraka evler ortaya çıktı.


Evler niye tek kat ve teneke ya da ahşap yapılmış sonradan keşfediyorum. Şili’de pek çok yanardağ var ve çok sık deprem oluyor. Hatta 6-7 rihter oluncaya kadar deprem bile demiyorlar, sarsıntı gibi deyimlerle geçiştiriyorlar.

Osorno diye bir yerde otobüs değiştiriyorum.2 saat vaktim olduğu için şehri dolanıyorum azıcık. Her ne kadar çok lüks dükkanlar olmasına rağmen görüntü yoksul bir izlenim bırakıyor. Gözüme kıyıda kalmış bir lokanta kestiriyorum.Yahu ben bu lokanta bulma işini çok güzel beceriyorum. Bir yemek geliyor içinde ne ararsan var. Mısır ama koçanıyla, bal kabağı kabuğuyla, pirinç ve bir yığın sebze ve tabi koca iki parça et. İnanılmaz lezzetli.


BU BLOK ÇOK DEDİKODU VE YEMEK OLDU AMA BİLGİ İSTEYEN İNTERNETE GİRİP BAKSIN :)

Akşam Pucon’da olacağım. 12 saatlik bir yolculuk daha yapıyorum ama lafı mı olur 33,55 saatliklerden sonra. :)

Yer ayırtığım hostel çok şirin küçük bir yer. Tertemiz. Aynı zamanda turlar da düzenliyor. O gece Anna Alman ve Frank İngiliz bir bara gdiyoruz. Orada birde AFS’li şirin bir Şiliyle beraber laflıyoruz. Ben çok yorgunum. Anna da Frank hafiften ona asıldığı ve sarhoş olduğu için benimle dönüyor. Ama bir gece gecelere akacağım. Bakalım ne zaman.

13.02.2011
Bugün Santiago biletimi alıp tur işlerimi ayarlıyorum. Pucon’da Anna ile dolanıyoruz . Ben kararımı verdim hostelin turuyla gideceğim. O dolanıyor başka turları araştırıyor. Öğlenden sonra göle girmeye gidiyoruz. Plaj insan kaynıyor. Hava güzel gölün suyu soğuk değil. Keyifle yüzüyorum.


ARKADA VOLKAN VE PLAJ

Akşam da kaplıcalara gidiyorum. Şehirden yarım saat uzakta pek çok kaplıca var bizimki doğal olan. 6 tane doğal havuzu var. Girişte havuzda seks yapmak yasak diye yazıyor ama kim dinler. Gece hava karanlık çiftler havuzda keyifteler. Zaten burada herkes her an yollarda otobüste nerede olursa öpüşüyor. Gençler erken yaşlarda flört etmeye başlıyorlarmış.

Loş ışıklı havuzda yıldızları seyrederek keyif yapıyorum. Hostelden İsrailliler var ama bana yüz vermiyorlar. Zaten buraları İsrailler işgal etmiş. Özellikle dağlarda ve trekking yapılan bölgelerde gruplar halinde dolanıyorlar. Karadenizde de çok İsraillere rastlardık. Onların memlekette dağ olmadığı için nerede dağlar var onlarda orada.

KAPLICA

14.02.2011
Sabah 6’da kalkıyorum bugün Villarrica volkanına tırmanacağım. Minibüs yine İsrailli dolu. Biraz daha buralarda dolaşırsam hibrucayı sökeceğim. Dağ bütün heybetiyle karşımızda. 1400m ye kadar teleferikle çıkıyoruz. Tepesi 1845 gibi bir şey. Zigzag çizerek çıktığımız için toplam yol 4 km. bana pek koymaz ama sırtımıza bir çanta verdiler içi dolu. Çeşit çeşit dağ ekipmanı ve kıyafeti. Ne olur ne olmaz her an hava değişebilirmiş. Tırmanış dört saat sürüyor her yarım saatte bir mola veriyor rehberler. İlk molada benim itibarım İsrailli gençlerin gözünde birden arttı . Herhalde pek gözleri tutmamıştı. Bu kadın bizim tempomuzu düşürecek diye. Hepsi benimle muhabbette başladılar. Neredensin, yalnız mı geziyorsun falan diye. Bu çocuklar 3 yıl askerlik yapmışlar, gençler , yani formları elbette benden iyi. Hatta bir tanesi çok şeker bir çocuk Asaf, yeni kız arkadaşım diye beni kız arkadaşına tanıttı. Annesi babasıyla karşılaştırdı. Onlar da sportmenmiş gençliklerinde ama senin gibi bir şey yapmazlar diye yanımdan ayrılmadı yol boyu. Velhasıl prestijim binbeşyüze çıktı.


DAĞ BU

Galiba ben biraz çılgınım. :) daha doğrusu herkesin yapmayacağı bir şey yapıyorum. Ne mutlu ki bana bu yaşta hem sağlığım, hem param ve hem de zamanım var bu geziyi yapmaya.

Dağa çıktık güzel de bir de aşağıya inmesi var. Karda kayarak inilecek. Dimdik bir yamaçtan aşağıya kayacaksın. Elimizde bir balta onunla hızı kontrol edeceksin. Ben kaymam diyorum rehberlere. Yürüyeceğim. Robot gibi kıyafetler giydik;zaman zaman onların üzerinde zaman zaman plastik bir yuvarlak üzerinde kayacağız. Plastik hızlı gidiyor, elbiseler yavaş. İte kaka beni dağın kıyısından aşağıya atıyorlar. Bu macera bir saat sürecek. Kalbim atıyor, heyecandan öleceğim. İlk bölümde zaman zaman kontrolü kaybediyorum. İtiraf edeyim ki son bölüme kadar rahatlayamıyorum. Son bölümde artık keyfini çıkarıyorum. Ve bu gezinin şimdiye kadar ki en ilginç tecrübesi oluyor.


TIRMANIŞ

Akşam Anna ile Santiago’ya gidiyoruz.

15.02.2011
Bütün günümü zehir eden bir şey oluyor. Anna terminalde tuvalete gitmek istiyor. Ben iyi kalpli ve yardımseverim ya, eşyalarına bakarım diyorum. Ve gerçekten gözümü ayırmıyorum. Benim sırt çantam, onun sırt çantası ve küçük bir çantası daha var. O sırada bir yaşlı adam yavaş sesle bana bir şeyler söylüyor. Ne diyor diye hafifçe öne çıkıyorum. 2 dakika sonra arkamı dönüyorum ve Anna’nın küçük çantası yok. İnanılmaz bir el çabukluğu. Bereket parası ve pasaportu bel çantasındaymış. Kızcağız inanamıyor, ağlıyor. İçinde kitapları, anı defteri, adresler varmış. Ben kahroluyorum tabi. Bütün gün bana zehir oluyor, sıfır moralle dolanıyorum. Benim sırt çantamı yürütse içinde PC ve fotoğraf makinem var. Bereket onunkinde çok bir şey yok ama o çok üzülüyor ve ağlıyor. Polise gidiyor. Para olmadığı için belki bulunur diyor. Sen git istersen deyince ikiletmiyorum. Çok üzülüyorum ama parası ve pasaportuna bir şey olmaması beni biraz olsun rahatlatıyor. Bu olayın hem bana hem ona ders olmasını diliyorum.



CS den beni evinde misafir edecek olan Oscar çalıştığı için Santiago’yu turluyorum. Çok büyük ve güzel bir şehir ama işte büyük şehir. Vaktin olacak kalıp yaşayacaksın. Yoksa böyle gel geç tepeye çık, müzeyi, katedrali gez pek anlamı olmuyor.



Plaza de Armas, San Cristobal tepesi, metropolitana parkı, merkezdeki ana caddelerde dolaşıyorum. Oturup kahve içecek bir yer arıyorum ama yok yok. Her taraf dükkan. Bereket caddelere banklar koymuşlar,insanlar oturup dinleniyor. Sonunda bir kafe buluyorum ama berbat bir yer. Kahve kenarı kırık bardakta geliyor.
Oscar’ın evi şehrin merkezinden uzak. Metroda biraz zorlanıyorum ama sonunda yolumu buluyorum. Ev bir apartmanın 8 katında, önü açık dağlara bakıyor. Balkonda bir keyif içkisi alıyoruz. Aslında ben 3 gündür kötüyüm. Midem bir şey almıyor. Sanırım kaplıcalarda üşüttüm. Akşam evde kalan diğer CS üyesi alman Filip’in doğum günü olduğu için bizi yemeğe davet ediyor. Yorgunum ama böyle bir daveti de ret edemem. Şık bir yere gidiyoruz sonra da gecelere akacağız ama ne ben de ne de Filip de hal yok. Yemekte ısmarladığım salatayı bile yiyememişim. Böyle geceler plan suya düşüyor.



16.02.2011
Sabah Pablo Neruda’nın evi bulunan İsla Negra’ya gidiyorum. İsla İspanyolca ada demek ama o şehir ada falan değil. Neruda penceresinden bakarken siyah kayalara vuran denize siyah ada adını verince şehir de adını değiştiriyor. Müze olan ev ziyaretçi kaynıyor. Sırayla tura alıyorlar bereket İngilize tura pek rağbet yok. Benim sıram yarım saat sonra geliyor. Benden başka 2 de Meksikalı var. Büyük gezi teknelerinde çalışıyorlarmış,İngilizcer bildikleri için İspanyolca turu beklemek istememişler.


NERUDANIN EVİNDEN

Neruda’nın evi okyanus kıyısında bir tepenin üzerinde. Dalgaların kıyıya vurduğu inanılmaz güzel manzaralı bir ev. Evin büyük bir kısmını köylülerle birlikte kendisi yapmış. Mesela yerlere ayak masajı olsun diye deniz kabukları koymuş. Bir bölümün yerini ağaç parçalarıyla döşemiş.

Denizi çok sevdiği halde yüzme bilmiyormuş. Ev eski gemilerden çıkan örneğin gemilerin önündeki ahşap kadın figürleri, ya da dümen gibi çeşitli aksesuarlarla dolu. Ahşaba çok meraklı olduğu için çeşit çeşit masklar, blok ağaçtan heykeller dolu. Ayrıca şişeler, kadehler,eniz kabukları ve daha birçok şeyi toplamış. Yatak odasının altında barı var. Oraya ölen arkadaşlarının isimlerini yazmış ki ona ruhlarıyla destek olsunlar diye. Orada Nazım’ın da adı varmış. Ama hem bara giremediğimiz için, hem de fotoğraf çekmek nedense yasak olduğu için yazıyı göremedim. Ayrıca Nazım en iyi dostlerından biriymiş ve ona beyaz, işli bir gömlek hediye etmiş. Maalesef o da temizleyicide olduğu için göremedim. Neruda bütün şiirlerini aşka ve hayata ait olduğunu düşündüğü yeşil kalemle yazarmış.


NERUDA 'NIN BAHÇESİ

Oradan Valparaiso’ya geçiyorum. Midem kötü. Parkta yol sorduğum kadınlar aman çantana dikkat et diyorlar. Yorgunum. Moralim de bozuluyor. İlk hostele kendimi atıyorum. Çiğdem’cim sen aklıma geliyorsun ve vücudumun sesini dinliyorum. Bana diyor ki yat , uyu, dinlen. Bir şeyler yemem lazım diyorum, gidip ıvır kıvır bir şeyler alıyorum ve doğru yatağa. Güzel bir uyku çektikten sonra biraz kendime geliyorum. Bir şeyler atıştırıyorum. Zira dört gündür boğazımdan pek bir şey geçmedi. Yine vur kafayı uyu kadın diyorum.


VALPARAİSO DAN EVLER

17.02.2011

Bu sabah kendimi iyi hissediyorum ve şehri dolaşmaya çıkıyorum. Okyanus kenarında yamaçlarda kurulmuş eski bir şehir. Çok güzel binalar var. Şehrin çeşitli yerlerinde asansörler var. Vızır vızır otobüsler, eski traleybüsler çalışıyor. Duvarlarda çok güzel grafitiler yapılmış. Burada da Neruda’nın bir müze evi var . Daracık ,yokuş yollardan tepelerden dolaşarak, balık pazarına gidiyorum. İnanılmaz çok kabuklu hayvan var. Ayrıca balıkçılar, atılan balık artıklarını yemeğe gelen martılar, deniz aslanları dolu etraf.


DUVAR RESİMLERİ DOLU BİR ŞEHİR

Kemiklerimi ısıtıp, okyanusa atayım diyorum kendimi ama kolay mı ;okyanus beni hemen geri atıyor. Kocaman dalgalar çok kuvvetli alıp seni çaat kıyıya atıyor. Çocuklar dalgalarda zıplıyıp hopluyorlar. Bir iki deniyorum olmuyor. Adamın biri sen git şu sakin yerde yüz deyince kös kös gidip oradan denize giriyorum.

Denizden sonra doğru bir balık lokantasına. Her şey İspanyolca. İyi ben biraz söktüm ama bütün o balık isimlerinden anlayacak kadar değil herhalde. Biraz şaklabanlık yapıp masaların arasında dolaşıyorum ve gözüme kestirdiğim bir yemeği işaret ediyorum garsona. Biraz sonra balıkçının tezgahında gördüğüm her türlü böceğin içinde bulunduğu kocaman bir tas önüme geliyor. Şimdiye kadar burada ısmarladığım hiçbir yemeği bitiremedim. Bu benim için inanılmaz birşey ama artık alıştım. Yemeğin adı Paille. İspanyolların pilavla yaptıklarını bunlar pirinçsiz sulu bir yemek yapmışlar. Bir de kırmız şarap istiyorum. Bu artık iyileştiğimi gösteriyor.


BALIK PAZARI

Akşam yine Santiago’ya dönüyorum. Oscar bu gece bir program yapmadıysa yazdıklarımı bloguma yükleyeceğim.

18.02.2011
Santiago’daki son gece Oscar’ın balkonunda dolunayın doğuşunu seyrederken, şarabımızı içip sohbet ediyoruz. Oscar Peru kökenli bir üniversitenin bilgisayar bölümünde çalışıyor. Dünyayı merak ediyor. Beni resmen sorguya çekiyor. Tabi benim İspanyolca konuşma çabam da böylece havaya gidiyor ve sohbet İngilizce devam ediyor.


AND DAĞLARINDAN DOLUNAY DOĞUYOR

Şili’den çıkmadan bir iki noktaya değinmek istiyorum. Pek çok şehre garip bir şekilde İspanyol generallerin isimlerini vermişler.
Bir de her şehirde San Martin caddesi var. San Martin 1800 lerin başında başlayan İspanyollara karşı verilen bağımsızlık savaşının önderi. Şili nüfusunun üçte biri Santiago’da yaşıyor. İnsanlar sevecen ve yardımsever ama her yerde her iş için bahşiş istiyorlar.
Şili sınırından bu 3. girişim. Çok komik uygulamaları var. Bütün çantalar otobüsten iniyor. Eskiden bavulları açtırıyorlarmış artık modernleşmişler çantalar cihazdan geçiyor,meyva süt ürünleri var mı onu kontrol ediyorlar. Bu sefer bir de köpek geldi koklayarak çantaları kontrol etmeye. Sonra da çantaları otobüse yükleyen adam bahşiş diye dolandı.

Şili tarafı ile Arjantin tarafı bu kadar farklı olabilir. Arjantin’in lüks, zarif evlerinin yerine Şili de yine teneke, baraka evler ortaya çıktı.


MENDOZA

Şili’de hemen hemen bütün Latin Amerika ülkeleri gibi uzun süre askeri diktatörlüklerle idare ediliyor. 1970 lerde maden işçilerin ve köylülerin desteği ile seçilen Allende 3 yıl sonra kanlı diktatör Pinochet’nin Amerika desteği ile yaptığı darbeyle yıkılıyor. Bütün sosyalistler, sempatizanlar ya da sosyalist olduğu düşülen insanlar işkence görüyor ve ülkelerinden sürülüyor. 1989’a kadar bu diktatörlük devam ediyor. Ancak 2000 lerden sonra Latin Amerika’da sosyalizm yükseliyor.
Şili sınırından bu 3. girişim. Çok komik uygulamaları var. Bütün çantalar otobüsten iniyor. Eskiden bavulları açtırıyorlarmış artık modernleşmişler çantalar cihazdan geçiyor,meyva süt ürünleri var mı onu kontrol ediyorlar. Bu sefer bir de köpek geldi koklayarak çantaları kontrol etmeye. Sonra da çantaları otobüse yükleyen adam bahşiş diye dolandı.

Şili tarafı ile Arjantin tarafı bu kadar farklı olabilir. Arjantin’in lüks, zarif evlerinin yerine Şili de yine teneke, baraka evler ortaya çıktı.

MENDOZA

Mendozya geçiyorum. Özellikle bu yolculuğu gündüz yapmak istedim ve çok doğru bir karar vermişim. And sıra dağlarını aşıyoruz. Gerçekten sıra sıra dağlar. Manzara her an değişiyor. Salyangoz dedikleri bir yoldan tırmanılıyor. Otuz kadar dönemeç var. And dağlarını aşılıp Arjantin’e geçildiğinde daha çok çöl manzarası hakim oluyor. Yolların kapanmasını engellemek için dağların eteğine zaman zaman yapay tüneller yapmışlar. Genellikle iki ülke sınırı arasında bir boş bölge vardır. Burada öyle bir alan yok. Büyük kapalı bir alan yapmışlar. İçinde yan yana iki kulübe var. Biride Şili polisi çıkışınızı yapıyor, diğerinde Arjantin polisi girişinizi. Hava şartları sınırları bile kaldırmış bir bakıma. Muhteşem bir otobüs yolculuğu yapıyor ve Mendoza’ya varıyorum. CS den Gabriel’in evinde kalacağım.


SALYANGOZ DENEN YOL

Ev şehir merkezinde bir apartman dairesi. 4 bilgisayar mühendisliği okuyan öğrencinin birlikte oturdukları bir mekan. Ankara’da Hüsnülerin langırt dediğimiz bir evi vardı aynen onun gibi. Gabriel beni kapıda karşılıyor. Cennete mi geldim acaba diyorum. Evde bir yığın yakışıklı genç çocuk hanicennette huriler var ya onun gibi birşey. Şaka bir yana ev tam bir öğrenci evi. Darmaduman. Akşam sevgilileri gelip kalıyor.

Gabriel çok akıllı ve sevimli bir çocuk. Gece birlikte hasat mevsiminin başlangıcı için düzenlenen bir şenliğin yapıldığı parka gidiyoruz. Müzik, yemek ve hediyelik eşya stantları ve kalabalık insan toplulukları. Tam şenlik yani. Yemek yiyip politika konuşuyoruz. Gabriel kendini anarşist olarak tanımlıyor. Burada tanıştığım gençler içinde sosyal konularla en ilgili olan o.


SATICI KIZ

Sabah Gabriel ile ikimize muhteşem bir kahvaltı hazırlıyorum. Zeytin, peynir, domates, yumurta , tereyağ ve dulce de leche bir nevi karamele reçeli bir kahvaltı. Şimdiye kadar kaldığım hostellerde kahvaltı genellikle reçel ve yağdan oluştuğu için bu kahvaltı bana pekiyi geliyor.

Mendoza 1861 de bir depremle yerle bir oluyor. Şehir yeniden inşa edilirken çok depreme karşı önlem olarak çok geniş caddeler ve şehrin merkezine 5 tane büyük park yapılıyor ki deprem olursa halk oralarda toplansın diye. İspanya, İtalya, Peruve Şili diye isimlendiriyorlar. Ortadaki de en büyük ve bağımsızlık parkı.


İSPANYA PARKI

Caddelerin iki yandaki ağaçlar caddelerin üzerini kapatıyor ve her tarafı yeşil bir görüntü kaplıyor. Evliya Çelebi İç Anadolu için de günlerce gidip gökyüzünü göremezsiniz diye yazmış zamanında. Ama roma hamamları bu güzelim ağaçların kökünü kazımış.
Dolaşırken meydanların birinde dans gösterisi ve güzellik yarışmasına denk geliyorum. Böyle sürprizler insanı çok mutlu ediyor. Anladığım kadarıyla bu bölgenin çeşitli yerlerinden seçilmiş güzellerin içinden en güzelini seçiyorlar. Ayrıca oranın yerli danslarından bir gösteri seyrediyorum.


Buradan Mercado central diye bir çarşıya gidiyorum. Her türlü yiyeceğin satıldığı, her çeşit ayaküstü lokantanın bulunduğu bir mekan. Sonra da Mendoza’nın güzel sokaklarında ve parklarında dolaşıyorum. Oturduğum kafede Danimarkalı bir çiftle karşılaşıyorum. Onlara fikir veriyorum. Ben artık buradaki pek çok yeri biliyorum yaa. Şöyle yapın şuraya gidin falan. Çok havalı oluyor.

Akşam Gabriel beni bütün lokantaların, barların bulunduğu sokaktaki bira yapılan şık bir lokantaya götürüyor. 6-7 çeşit bira yapıyorlar. Çok güzel caz çalıyor. Keyifli bir gece geçiyor.


BREWERY DENEN BİRA ÜRETİP SATAN BİR MEKAN

Mendoza depremden sonra kurulan çok düzenli bir şehir.bir kenarında muhteşem bir park var. Ağaçlar, suni göller. Pazar olduğu için herkes parkta. Park pek güvenli değil dedikleri için yanıma küçük fotoğraf makinesini ve bir miktar para alıp gidiyorum. Gölde yarışlar var. Temiz havayı içime çekerek dolaşıyorum. Parktaki manzara tepesine gitmek istiyorum ama yolumu kaybediyorum ve etrafta soracak kimse yok. Herkes ya bisikletli ya da koşuyor.


Neyse yürüyen bir adam görünce ona soruyorum. Çok yanlış yere gelmişim. Adamla sohbet ederken anlaşılıyor ki babası 1933 de Suriye’den buralara gelmiş. Adı Tevfik ama o tavik diyor. Kızının adı da Leyla ona da layla diyorlarmış. İngilizce bilmediği için İspanyolca sohbet ediyoruz. Parktaki spor merkezinin lokantasının sahibiymiş. O gün de lokanta da açık büfe bruch var. Çeşit çeşit mezeler var. Öğlen saati olduğu halde adam otur bir şey ye demiyor. Burada adet böyle deyip adamla vedalaşıyorum.
Eve dönerken yolda Lübnan kültür derneğinden bir müzik geliyor. Hemen dalıyorum. Özel tango dersi var. Onu izliyorum. Akşam da bizim evin karşısındaki bar da milonga olduğunu öğreniyorum.

Milongaları izlemek çok keyifli oluyor. Erkeklerin yaş ortalaması 50 nin kesin üzeri. Son derece şık giyinmiş oluyorlar. Yeşil ceket, kırmızı gömlek. Genelde de siyah gömlek kadınlar ise inanılmaz şık. Yaldızlı, pırıltılı kıyafetler, yüksek topuklu ayakkabılar ama öyle böyle değil. Kırmızı, mor yaldızlı, çiçekli özel tango ayakkabıları. Maalesef bar çok karanlık olduğu için doğru dürüst fotoğraf yok. Girişte bir para alıyorlar ve sordular bana dans edecek misin diye. Yok, seyredeceğim dedim. Arkada bir masa gösterdiler. Geçen seferden boyunum ölçüsünü aldığım için baştan tedbirimi aldım. Ama adamın biri arkada olduğuma aldırmadan beni dansa kaldırmasın mı? Bilmiyorum, teşekkür ederim falan dedim ama adam dinlemedi. Ben de ikiletmedim doğrusu. Suç benden gitti dedim. Adam çok zarif çıktı. İki parçayla ettiğimiz her dansın sonunda çok iyi diye bana moral verdi

21.02.2011
Bu akşamüstü Salta yolcusuyum. 18 saatlik bir yolculuk. Otobüs yolculuklarını seviyorum. Bir kere gece yol alıyorsun, günden kazanıyorsun. Ayrıca otobüsler çok lüks. Akşam sabah öğlen yemek veriyorlar. Devamlı film oynatıyorlar. Ayrıca etrafı seyretmek de çok keyifli. Blog yazılarımı ve fotograf seçimlerimi hep otobüslerde yapıyorum. Onun için 18 saatlik otobüs deyince kimse benim adıma üzülmesin. Ben çok keyifle gidiyorum bu 18 saati.


ŞARAP MÜZESİ

Otobüse atlayıp Mendoza’nın bağlarının ve şarap yapım merkezlerinin olduğu Maipu’ya gidiyorum. Mr Hugo diye bir yerden bisiklet kiralıyorum. Çok sevecen bir karı koca işletiyor. Civarlar ilgili her türlü bilgiyi veriyorlar. Dönüşte çay, şarap ister misin diye sordular. Hatta adam otobüs için bozuk paran var mı diye sormak için arkamdan durağa kadar geldi. Bozuk para meselesi otobüse binmek için önemli.
Bir kere yanımda bozuk para olmadığı için şoför nerelisin diye sordu ve başından savar gibi hadi geç otur dedi. Çok utandım ve artık hep yanımda bozuk para
taşıyorum.

BAĞLARIN ARASINDAN BİSİKLET YOLCULUĞU

Etraf bisikletli turist gençler dolu ve tabi bir de ben.
Önce bir şaraphanenin şimdi bir bölümünü müze haline getirdiği mekânı geziyorum. İngilizce tur bir saat sonra olduğu için İspanyolca tura kulak kabartıyorum. Buranın önemli bir üzümü Malbec, İtalyanlar geldiklerinde şarap kültürünü de getirmişler. 1800 lerden bu zamana kadar kullandıkları alet edevat, sepet, şişe, süzme kaplarını görebiliyorsunuz. İnek derisinden yaptıkları üzümü ezme kazanı en çok ilgimi çekti

Oradan ağaçlardan tünel yapmış bir tarafı bağlar bir tarafı zeytin ağaçlarıyla dolu yolda 10 km kadar daha pedal çeviriyorum. Hava güzel, hafif bulutlu midem hala pekiyi değil ama olsun, keyfim yerinde.

Familia Di Tommaso yani Tommaso ailesinin şaraphanesine varıyorum. Bunlar da İtalyan bir aile 1869 da Mendoza’ya gelmişler ve burasını oluşturmuşlar. İlk şarap bekletme yerlerini tuğla ve çimentosunu Fransa ve Almanyadan getirdikleri içini balmumu ile kapladıkları kulemsi yerlerde yapmışlar. Şimdi oraları şarap depolamak için kullanıyorlar. Sonra da şarabın kalitesini arttırmak için oak? fıçılarda dinlendiriyorlar. Şarap bu fıçılarda ne kadar uzun dinlenirse o kadar kalitesi artıyor ya da fiyatı diyelim.


Ailenin torunları burayı işletiyor ve butik üretim yapıyorlar. En pahalı şarapları 60 TL idi. İçebilecek gibi olsam alacaktım ama taşımak gözümde çok büyüdü. Bavulum giderek bana daha ağır geliyor ama içinden atacak bir şey bulamıyorum.

4 çeşit şarap tadıyoruz. Malbec 2008 taze, malbec 2008 6 ay ahşap fıçılarda dinlenmiş çok güzel, cabernet sauvenyon 2008 bir yıl fıçıda dinlenmiş, bir de yemek sonrası içmek için tatlı bir şarap.

Oradan tekrar bisiklete atlıyor ve bu sefer likör ve çikolata fabrikasına yollanıyorum. Onlar da 70 yıldır bu işi yapan bir aile ve yalnızca burada ve Buenos Aires de satış yerleri varmış. Velhasıl güzel bir gün. Gabriel beni için çipa dediği küçük ekmekler pişirmiş ve gençlerin kola ile içtiği fernet diye bir içki almış. İçkiden bir yudum tadıyorum,ekmekler çok lezzetli Gabriel ile vedalaşıp yine 20 saatlik bir otobüs yolculuğu ile yollara düşüyorum.

SALTA

Giderek kuzeye Bolivya’ya doğru çıkıyorum. Hatta biraz da geç kaldım. Şili ve Arjantin Latin Amerika’dan çok Avrupa izlenimi bıraktı ben de. Tabii çok daha sıcakkanlı,çok daha sevecen. Salta’dayım. Salta’da İspanya’nın etkisini hissetmemek mümkün değil. İç avlulu kolonyal binalar, geniş parklar , süslü kiliseler. Buranın da meydanına İspanyollar gelir gelmez kocaman süslü bir katedral dikmişler. Hangi saatte gitsem ayin vardı ve hep içerde birileri dua ediyordu. Burada da tepeye çıkan bir teleferik var. Buralara kadar gelmişsin çıkmamak olmaz.

OTOBÜSTEDİ CİMCİME

Meydana yakın tek başıma bir odada kalıyorum. Şehir çok canlı, herkes sokaklarda sanki. Bir keşif gezisi yapıp değişik meyvalardan bir sofra hazırlıyorum kendime. Et yemek istemiyorum. Gece folklor gösterisi olan bir lokanta buluyorum ama bu keyfi yarın geceye bırakıyorum. Zira gösteri 10 da başlıyor. Benim uyku saatim. Yarın öğlen bir bardak şarap içip yatıp uyuyacağım. Akşama da ver elini Salta geceleri.


BARLAR SOKAĞI

Yarın Arjantin’in sınır şehri olan La quiaca’ya gideceğim, öbür gün de ver elini Bolivya. San Lorenza diye turistik bir yer var diyorlar. Otobüse atlıyorum şehrin dışına çıkıyorum. Burası inanılmaz lüks bir semt. Çok geniş çim bahçeler içinde yüzme havuzlu hepsi birbirinden güzel mimari yapıya sahip malikanelerden oluşan bir semt. Merkezinde bir kafe var ama sabah erken olduğu için açılmamış.

Şehre dönüyor meydandaki kafelerin birinde keyif yapıyorum. Gözlüğümü tamir ettiriyorum,bavulumu yeniliyorum. Yollar yürümekle eskimiyor olabilir ama terlikler ayakkabılar, bavullar eskiyor.


MÜZE

Öğlen 2 saat uyuyorum .Zaten öğlen saatleri 2-5 arası bütün dükkanlar kapanıyor, kimse kalmıyor. Sonra yine sokaklarda keyifli binalar gözlüyorum, sergi ve müze geziyorum. Meydandan bir müzik geliyor ;iki saat kadar izliyorum. Müzikle beraber etraftakiler de kuzeye ait erkeklerin sert ayak hareketleri yaptıkları, kadınların cilveyle dans ettiği folk dansını yapıyorlar.

Oradan bir lokantaya gidiyorum. Guillemes diye bir bağımsızlık mücadelesi veren kahramanları var, onun evini restoran yapmışlar. Ben dokuzda gidiyorum kimse yok. Saat 11’den sonra bile yemeğe gelen oluyor.

Canlı müzik, bir kadın ve bir erkek dans ediyorlar. Mikis Teodarakis benzeri bir adam aynen onun gibi duyarak gitar çalıp söylüyor. Bu arada herkese soruyor neredensin diye.

İki masa Şili’den, gerisi Arjantin’in çeşitli yerlerinden.
Bir ara müşterileri de dansa kaldırıyorlar. Tabi ben de en gözde müşteri olarak kaldırılıyorum. Döndüğümde ne kadar güzel dans ettiğimi görmek isteyenlere videomu gösterebilirim. :)

Burada da müzik yapan Küba’da olduğu gibi masaları dolaşıp kopya CD satıyor.
Sonuçta buraya geldiğimden beri yalnız olduğum bir zamanda bu kadar güzel vakit geçirmemiştim.

Bugün yine yollardayım. Bilet aldığım otobüs çingene vapuru gibi nerede iki ev görse oraya giriyor. Açıkcası benim hiç itirazım yok. Oralara vaktim olmadığı için gidememiştim. Hiç olmazsa dışarıdan bir fikir sahibi oluyorum. Yol giderek çölleşiyor. Lamalar, kaktüsler ortaya çıkıyor. Evler kerpiçten olmaya, insanlar daha esmer ve yerli halk olmaya başlıyor.


YOLLARDAN

Arjantin sınırına varıyorum. Büyükçe bir kasaba ama dağınık,yollar toprak. Akşam oda arkadaşlarımla yemeğe gidiyoruz. Biri kore asıllı, öbürü Japon iki Arjantinli genç. Bir de İsviçre asıllı bir çift gelip gitar çalmaya başlayınca keyifli bir akşam oluyor.


Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

3208


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com