Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

NİKARAGUA

   NİKARAGUA



8 ARALIK 2013

Sabah 6 da otobüse giderken cumartesi sabaha kadar eğlenen gençler ancak barlardan çıkıyorlardı. Bu taksi şoförü de beni yanlış otobüs şirketine götürdü. Bereket iki şirket birbirine yakın olduğu için başka bir taksiyle Transnica şirketine zamanında vardım. Ticabus’a göre biraz daha basit ama otobüsün koltukları daha rahattı.
Otobüs Terminali

Yanımda elektrikçi Maxiel oturuyor. Otobüsün hemen hepsi Kostarika’da çalışıp tatil için memleketlerine dönen Nikaragualılar. Maxiel’de ailesine kocaman bir televizyon götürüyor. Sınırı bir saatte geçtik. Formaliteler daha azdı ve bavullar bir kere açıldı. Sınırda para değiştirmek için bekleyen pek çok kişi vardı.

Nikaragua deyince Somoza diktatörlüğü ve Sandanistalar geliyor insanın aklına.

18.yy sonlarından itibaren ABD her türlü sosyal demokrat iktidarları değiştirip kendine bağlı iktidarlar oluşturuyor. Amerika'ya karşı savaşan gruplardan birinin başında olan Sandina 1934 şubat ayında görüşmeler için başkanlık sarayına çağrılıyor ve orada kahpece öldürülüyor. Somoza 20 yıl ülkeyi diktatörlükle yönetiyor ve inanılmaz servet ediniyor.

1956 da Lopez Perez -şair ve gazeteci- garson kılığına girerek bir yemekte Somoza’yı öldürüyor. Onu da orada tarıyorlar. Bu olay Somoza diktatörlüğünün sonunu getiren hareketin başlangıcı olarak anılıyor. Ancak mücadele daha yıllarca devam ediyor. Somoza’nın çocukları iktidarı devam ettiriyorlar.

1961 de direnişçiler birleşerek Sandinista Milli Kurtuluş Cephesini (FSLN) kuruyorlar. 1972 yılında büyük bir depremde 6000 kişi ölüyor 600 bin kişi evsiz kalıyor. Yurt dışından gelen yardımlar halka değil de Somoza’ların cebine gidince halkın muhalefeti güçleniyor.



1979 da Sadanistalar Somoza’nın kaçması ile iktidarı alıyor. Bu iç savaşta 50 bin kişi ölüyor 150 bin kişi de evsiz kalıyor.

Ancak ABD eski Somoza askerlerinin oluşturduğu kontraları destekliyor. 2007 yılına kadar seçimlerle iktidarlar değişiyor .Onların yönetiminde toprak reformu yapılmış, okuma yazma oranı %50 den % 87 ye yükselmiş, çocuk felci engellenmiş ve çocuk ölümleri üçte bir azaltılmış olmasına rağmen Ortega –Sandinistaların önderi – seçimleri kaybediyor. İç savaş devam ediyor ve Nikaragua bir türlü ekonomisini düzeltemiyor. Şu anda Ortega iktidarda ancak benim görüştüğüm insanlar mutsuz. Pek çok Nikaragualı yurt dışında çalışıyor.

Noel Panoları


Managu’ya varıyorum. Yine cevval bir taksici bavuluma yapışıyor. 10 dolar diyor 5 anlaşıyoruz. Ederi 2 dolarmış.:)) Hostele yerleşip dolaşmaya çıktım. Elimde fotoğraf makinasını görenler aman dikkat et, ana caddeden git gibi tavsiyelerde bulundular. Ancak Pazar olduğu için ana caddeler bile tenhaydı. Bolivar caddesine varınca ortalık panayır yerine döndü. Caddenin girişinde Chavez’ın kocaman bir fotoğrafı ve devamında iki taraflı şirketlerin noel panoları boy gösteriyor. Her taraf ışıl ışıl. Çoluk çocuk herkes önlerinde fotoğraf çektiriyor, etraf çeşitli satıcılar, müzik çalanlarla dolu. Meğer bugün özel bir dini kutlama günüymüş. Bütün gece de hemen her yerden havai fişekler atılıyor.


managua sokakları
Otelin terasında hamaklar var. Orada uyukluyorum. İçeriler çok sıcak. TV seyrediyorum ama hiçbir şey anlamıyorum. Sanırım İspanyolcayı kıvıramayacağım. Başını gözünü yarıp derdimi anlatıyorum ama onları anlamam imkansız gibi.

9 ARALIK 2013


Leon noel süsleri


Bu sabah Aracely ile buluşacağım. Hani herkese sordum ya tanıdığınız var mı diye Aracely de bir arkadaşımın tanıdığı birinin kardeşi. Beni Managua’nın kuzeyindeki El Sauce şehrine davet ettiler. Tabi ki bu daveti ikiletmedim. Sabah 9 da onunla buluşmak üzere 7 de yola çıkıyorum. Leon’da buluşacağız. . Minübüsle 2 dolar vererek 1.5 saat uzaklıkta ki Leon’a geliyorum Leon garajı ana baba günü. Bugün de tatil olduğu için herkes bir yerlere gidiyor. Eski ABD okul otobüsleri de burada minibüslerden daha ucuza yolcu taşıyor.

Aracely


Aracely ile buluşuyoruz. Cıvıl cıvıl bir genç kız. İlk iş benim bavulu arkadaşım dediği bir otobüse koyup El Sauce’ye yollamak oluyor. Beni Leon şehrinde gezdiriyor. Orta Amerikanın en büyük katedrali ve diğer eski kiliseleri geziyoruz. Tatil olduğu için her yer kapalı. Sokaklar, evler Küba Trinidat sokaklarına benziyor. Kolonyal evler ,önlerinde demirler, içeride sallanan sandalyeler. Evlerin önündeki demirler sıcaktan kapıyı açınca içerisini korumak için. Çoğu pencerenin camı yok. Cam yerine demirler var.

Anne dükkanının önünde

Sebze hali otobüs terminalinin hemen yanında. Minibüsle 1.5 saatte El Sauce’ye varıyoruz. Şehir tek katlı evler ve geniş bahçelerle çok geniş bir alana yayılmış. Motorlu ve bisikletli araçlarla bir yerden bir yere gidiliyor. Bizi bisikletli bir çocuk eve getiriyor. Benim bavul eve gelmiş bile.

babanın eyerleri sanat eseri

filojes molidos con tostones y queso
Ev içinde bir at, tavuklar, ördekler olan bir avlu, avlunun etrafında mutfak, büyük sallanan sandalyeli bir salon, bir bakkal ve 3 odadan oluşuyor. Avludaki ocakta yemek pişiyor. Anne dükkanı çalıştırıyor. Baba atlar için eyerler yapıyor. Eyerler çok süslü. İki günde bir eyer yapabiliyormuş. Şehirde de atlılar dolaşıyor. Evde ayrıca adı Cara elFatima –Gelin – ve Hayro oğlu var. Kocası diğer kardeşiyle birlikte Miami’de marangozluk yapıyor. Cara ve oğlu iki gün sonra yaz tatilinden için iki ay için Miami’ye gidiyorlar. Evin yakınında bir araziye de Cara’lar evlerini yaptırmaya başlamışlar.

Öğlen kırmızı fasulyeden yapılmış yanında peynir ve platanos kızartmalı yani filojes molidos con tostones y queso yemeği var. Bir de rom ikram ediyorlar. Babanın tam 10 tane oğlu var. Dört kere evlenmiş. Son karısından 4 erkek bir kız çocuğu var. Burada da çocuk aldırmak yasak olduğu için ailelerin Allah ne verdiyse 10 -15 çocukları var.



Aracely ile şehri geziyoruz. Saçımı kestirmek istediğim için kuaföre gidiyoruz. Küçücük bir dükkanda bir yığın kadın saç boyatıyor, fön çektiriyor. Biz vaz geçip eve geliyoruz.

Akşam yemeğinde gallo pinto yemeği var. Gallo horoz demek pinto boya ancak yemek kırmızı fasulye ile pilavın karışmasından oluşuyor. Yanında tavuk, salata, kızarmış platanos.

Yemekten sonra rom içip sohbet ediyoruz. Baba Ortega’ya çok karşı . Ülkenin fakirleştiğini, işsizliğin arttığını ve diktatörlük olduğunu söylüyor. Chavez ve Küba’ya da kızıyor. Ama kızmasının esas sebebi sandinistalar kardeşlerini ve babasını öldürmüşler.

10 ARALIK 2013

Sabah erkenden kalkılıyor. Orta Amerika'da güneş hep aynı zamanda doğuyor saat 6 gibi ve aynı zamanda saat 6 gibi batıyor. Herkes haldır haldır yemek hazırlığıda. Akşam ki yemek için bu acele ne diyorum kendi kendime. Yuka kökleri soyulup telle ovuluyor, sonra kaynatılıyor. Bir tarafta et pişiyor. Domuz eti yediğimi öğrenince pek mutlu olup özel yemeklerini ikram etmeye karar veriyorlar. Çok sevdikleri chicheron diye anladığım kadarıyla domuzun ayağındaki yağların kızartılmasıyla oluşan kıkırdak gibi bir yemek yapılıyor. Sonradan bütün bunların sabah kahvaltısı için olduğunu öğreniyorum. Yukalar pişince patatese benzeyen bir tat veriyor. Üzerine parça etler ,yanında salata ile sabah kahvaltımız hazır.


Aracely bugün Managua’ya ABD’den gelecek olan nişanlısını karşılamaya gidiyor. Çok telaşlı. Dünden beri elbise değiştirip fikrimizi soruyor. Son derece seksi bir kıyafette karar kılıyoruz. Bir gece Managua’da nişanlısıyla kalıp öyle buraya gelecekler. Gitmeden benim için program yapıyor. Nehirde yüzülecek, gezmeye gidilecek.

Onu geçirdikten sonra Cara ile bu sefer saçlarımı kestirmeye erkek berberine gidiyoruz. Noel yaklaştığı için kuaförler çok kalabalık. Berber çocuk 2 dolara saçımı pek güzel kesiyor. Öğlen yemeğinde sebzeli tavuk çorbası var. Ağzımın tadına göre bir yemek.

Öğleden sonra nehre gitmek üzere hazırlanıyoruz. Yan taraftaki kocaman kamyonet çalıştırılıyor, konu komşu çoluk çocuk kamyonetin arkasına doluşuyoruz. Nehrin bir yerinde havuzumsu bir bölge oluşmuş. Orada yüzüyoruz. Kadınlar elbiseleri ile yüzüyorlar. Hiç birinin mayosu yok. Ben bikinimle kendimi garip hissediyorum. Etrafta başkaları da var. Nehir çok hızlı aktığı için akıntı insanı sürüklüyor. Dala çıka keyif yapıyoruz.

nehirde
Eve geldikten sonra da tepeden şehri seyredeceğimiz bir yere çıkıyoruz. Bütün şehir ağaçların arasında yok olmuş ancak kilise görülebiliyor, bir de uzaktan bir yanardağ.

Dönüşte bir kafede buzlu meyva suları içiyoruz. Akşam yemekte gallo pinto, chichuro,peynir ve tacos var. Yemekten sonra anne ile vedalaşıyoruz. Zira o sabah 5 de dişçi için Leon’a gidecek ben de 7 de Matagalpa için yola çıkacağım.
MATAGALPA NİKARAGUA

11 ARALIK 2013

Sabah 6 da kalkıyorum. Zaten evde bir gürültüler var. Odaların tavaları açık sesler gidiyor birbirine. Anne gitmiş baba da iki gündür üzerinde olan atleti çıkarıp şık bir kıyafet giymiş. Komşunun bana hediye olarak yolladığı börekle kahvaltı edip babayla ve bisikletli taşıyıcıyla otobüs garajına gidiyoruz. Baba beni şoföre emanet ediyor. Burada ‘civcivotobüsü’ diyorlar yani bizim ördek dediğimiz her yerde gördüğü yolcuyu durup alıyor. Ördek sayısı da az buz değil.
Yolda Matagalpa otobüsü görülünce ona aktarılacağım. Nitekim otobüs durduruluyor ve apar topar aktarılıyorum . Bu arada bavulumu göremiyorum.


Bavul falan diyorum ama kendimi otobüste buluyorum. Yolda kendi kendime söyleniyorum . ‘yahu güvenme bu kadar edepsizlik et bavulun otobüse bindiğini gör ‘diye. Bu otobüs daha şık. Herkes oturuyor ve Tv de müzik kanalı var.

Buradaki Sandansta liderleri
Garajda yine bir açıkgöz gelip 6 dolar istiyor. Artık kazın gözü açıldı.:)) yemiyorum. Şoföre soruyorum yarım dolar diyor. Garajın kapısında bekleyenlerle taksiye binip otelin önünde iniyorum. Adama hovardalık edip 1 dolar veriyorum. Burada paralar pırıl pırıl besbelli yeni basılmış.


öğle yemeği için hoş bir lokanta
Otelim şehrin merkezinde. Şehri gezmeye başlıyorum. Her Latin Amerika şehrinde olduğu gibi burada da meydan da büyük bir katedral var. Nikaragua da Katolik, Evancelist ve inanılmaz ama gerçek, bir de Yehavo şahitleri var. Bugün katedral üniversite mezuniyet törenine ayrılmış. İçerisi çok kalabalık. Kahve müzesi olan turizm müdürlüğü binasında şehrin haritası yok. Nikaragua tarihi üzerine panolar var. Amerikalı bir çiftle tanışıyorum. Daha doğrusu artık ar damarım çatladığı için turist tipi kimi görsem selam veriyorum. Erkek Nikaragua’da bir çiftlikte çalışıyormuş. İspanyolcası iyi olduğu için buraya gelme sebebim olan yarın gideceğim turun detaylarını öğrenmesini rica ediyorum.

Bir kiliseye giriyorum. Çocuklarla bir şeyler yapılıyor. Sanırım yaramazlık eden çocuklar günah çıkarmaya gönderiliyor. Rahiple konuşurken ağlıyorlar. Kabus gibi geliyor bana.

Matagalpa kahve üretimi ve 1976 da öldürülen Sandinista liderlerinden Carlos Fonseca’nın doğum yeri olmasıyla tanınıyor. Fakir bir ailenin çocuğu olan Fonseca’nın küçük evi müze haline getirilmiş. Orada da panolarla hem onun hayatı hem de Sandinistaların mücadelesi anlatılıyor. Bu bölge hep Ortega!ya oy vermiş. Olağanüstü güvenli ve keyifli bir şehir.

Fonseca müzesi
Ara sokaklarda gezerken promujares(kadınlar için) yazan bir bina görünce bekçiyi ikna ederek hemen içeri dalıyorum. Burası özel kadınlara kredi veren ,basit sağlık taramalarını yapan bir yer. www.promujeres.org sitesine girerek daha fazla bilgi edinebilir ve bağış yapabilirsiniz.

Sonra tepelere tırmanıyorum. Şehir inişli çıkışlı kurulmuş ve denizden 600 m yukarıda olduğu için havası çok güzel.

Akşam süslenerek yani ruj sürerek balkonlu bir yerde yemeğe gidiyorum. Yanıma oturan hukuk öğrencisiyle sohbet ediyorum. Burada kendimi güvende hissettiğim için bir de bara gidiyorum. Genellikle geceleri dışarı çıkmadığım için bu özel bir durum. Mutlu oluyorum çok.

Otelde Mat diye Amerikalı bir çocukla tanışıyorum yarın tura gideceğim gel istersen diyorum. Yalnız gitmektense yanımda biri olması iyidir diye düşünüyorum tamam diyorsa da sabah ortalıkta görünmüyor.

12 ARALIK 2013


Sabah erkenden kalkıyorum .zaten geç kalkma ihtimali yok zira kilise çanları, sabaha karşı atılan havai fişekler uyumana imkan vermiyor. Bir taksiye atlayıp San Ramon taksi durağına gidiyorum. Oradan San Ramon kasabasına. UCA diye kahve üreticilerinin bir kooperatifi var. Onların düzenlediği kahve turuna katılacağım. Daniel rehberim ve benden başka turda kimse yok. Yani özel bir tur. 17 dolar. Daniel oradaki La pita köyünde yaşıyor. Turizm okumuş. Annesi öğretmen, babası çiftçi iki kardeşi daha var. Köyde 25 aile yaşıyor. Daniel yol boyunca bana ağaçların hikayelerini anlatıyor. İlki çıplak Kızılderili. Diğeri malinça düğün ağacı. Evlilik gibi çok güzel çiçekleri var ama aynı zamanda kavgaları sembolize eden siyah tohumlar. Diğeri Wasimo doktor ağacı. İshal olunca meyvasını yersen kıçını kapatıyor yani ishali iyileştiriyor. Birbirine sarılmış iki ağacın adı da aşkın öldürmesi. Sıkıca sarılan ağaç öbür ağacı öldürüyor.

Kahve ağaçlarına son zamanlarda bir mantar dadanmış. Yapraklarını yiyor ki o yapraklar kahveleri güneş ve yağmurdan koruyor. Kahve ağaçları üç senede meyve veriyor ve onlara siyah altın diyorlar. Bir ağaç yılda 2 kg kahve veriyor. Ancak bu mantardan dolayı köylüler kahve dışında başka alanlara kaymaya çalışıyorlar.

Seyva ağaçı diye bir ağaç olağanüstü güzellikte. Daniel onun noel ağacı olduğunu söylüyor ve ağaç bize köye hoş geldiniz diyor.

Etrafta çeşitli kuşlar görüyoruz. Belbird vantrilog gibi nerede öttüğü belli olmuyor. Quetzal Guetamalanın kutsal kuşu. Ayrıca bağıran maymunlar var. Eskiden insanlar bu hayvanları nişan almak için kullanırlarmış. Onlarda dağlara kaçmışlar. Birbirleriyle bağırarak haberleşiyorlar. Sabah karşılaştıklarında bağırıyorlar ve diyorlar ki burada yemek yok başka yere gidin.

Bu küçük köylerde ilk okullar var. Mavi ve beyaz boyalı. Nikaragua bayrağının renkleri. Lise için San Ramon kasabasına gidiyorlar.




Kahve toplamak özel bir iş. Taneleri kökünden koparmamak gerekiyor. Günde 45 kilo kadar toplanabiliyor. Sörko sıra demekmiş. Bir sırayı bitiren toplayıcı çeşitli şekillerde patronu çağırıyor ve diğer bir sırayı toplamak istediğini belirtiyor. Islıkla ,dille , ellerini birleştirerek sesler çıkarıyor. Bu fasıl biraz turistik.

Toplanan kahvelerin 2 kabuğu var. Birinci kabuk makineler vasıtasıyla çıkarılıyor, ve organik gübre haline getirilip kullanılıyor. 24 saat kurutuluyor. Ve sonra yıkanıyor ve oluklardan akıtılıyor. Kaliteli olanlar ağır oluyor ve en altta kalıyor. Ağırlığına göre ikinci üçüncü kaliteler oluşuyor. Kabuklar, böcekli kahve ve en kalitesiz yerlerinden de instant kahve yapılıyor. Daniel dalga geçiyor. Ayıklama tesislerinde kalan toprak ve kabukları göstererek ne görüyorsun diyor. İnstant kahve. Ben zaten içmem de içenleri de uyarmış olayım.

Daha sonra kahveler Matagalpa’ya gidiyor. Orada da 7 gün daha kurutuluyor. Ve 2 kabukları ayıklanıyor.

Daniel kavurmanın da çok önemli olduğunu söylüyor. Nitekim Matagalpa’da Meriç için çekilmemiş kahve ararken görüyorum. En az altı değişik şekilde kavrulmuş kahve var.

Daniel beni evine götürüyor. İnanılmaz basit şartlarda yaşıyorlar.. Bahçeden muz ve Hindistan cevizi ikram ediyor. Daha sonra başka bir evde öğlen yemeği yiyoruz. Orada da kakao ,kırmızı fasulye , kahve ve mısır kurutuyorlar.

Tur dönüşü benim oğlanı görüyorum. Akşam çok gürültü olduğu için kulak tıkaçlarını takmış ve çalar saati duymamış.


Otelde birileri nerelisin diyorlar Türkiye deyince benim karım İranlı Türkçe biliyor diyen Amerikalı bir adamla tanışıyorum. Alan. 1972 yılında karısıyla bu şehirde tanışmış. Karısı Iran'dan kaçıp buraya gelmiş. Şimdi Amerika da yaşıyorlar ve Bahai mezhebini yaymak için çalışıyorlar. Çok efendi biri Alan. Akşam birlikte yemeğe çıkıyoruz bana bol bol propaganda yapıyor. İran'da Bahaileri hapse atıyor hatta öldürüyorlarmış. Bahiyulah 1817-1892 yıllarında yaşamış anladığım kadarıyla islamiyeti biraz reform etmiş ayrıca Hindu ve Budizmi de dinlere ekleyerek herkesin eşit olduğunu savunan biri.. Sayıları çok olmasa da dünyanın çok değişik yerlerinde varlar. Matagalpa'da da 50 kişi kadar varmış. Alan da onlarla toplantı yapmaya gelmiş.

GRANADA

13 ARALIK 2013
Sabah Alan ‘la kahvaltı ediyoruz. Ben 9 daki Managua otobüsüne yetişmek istiyorum. Acele işe şeytan karışır derler ya çok doğru. Telefonumu lokantada unuttuğumu garaja gidince fark ediyorum. Atlayıp dönüyorum ama ne fayda telefon gitmiş. Tam da yeni kart taktırmıştım. Ama bu tür yolculuklar bana böyle şeylere üzülmemeyi öğretti. 50-60 liralık bir kayıp. Eskiden olsa ben salaklığıma çok sinirlenir, çok dert ederdim. Bereket direk otobüsü yakalıyorum yani yoldan ördek toplamayan ve de TVsinde komik bir film olan. Filmi izleyip moralimi düzeltiyorum. Bu direkt otobüs günde iki kere bir 9:20 diğeri 14:30.

Managua’ya 2 saatlik yolculuk için 3 dolar verdiğim halde şehrin başka bir garajına gitmek için 4 dolar veriyorum. Managua’dan Çıktıktan sonra etraf çok modernleşiyor. Granada 45 dakikalık bir yol ama yolda bol miktarda inip binecek ördek var. Granada Nikaraguanın en turistik yerlerinden biri. Burada Airbnbden bulduğum bir kızın evinde kalacağım. Otelden biraz daha pahalı ama en azından bana yol yordam öğretecek ve ayrıca bir evde kalacağım .

Adresten evi kolayca buluyorum. Daina’nın erkek arkadaşı Manuel beni karşılıyor. Evin yüksek tavanlı bir salonu, açık mutfağı, iki odası bir de bahçesi var. Daina Letonyalı bir kadın. Ailesi Amerikadaymış. O burada çeşitli seramik eşyalar yapıp Masaya’daki artizan pazarına götürüyormuş.

Granada’nın takma adı ‘büyük sultan’ ve Nikaragua’nın İspanyollarca kurulan en eski şehri. Bir tarafında Nikaragua gölü, diğer yanında Mombacho yanardağıyla, geniş caddeleri, renk renk boyalı kolonyal evleri ve gece hayatıyla turistleri çeken keyifli bir şehir.

Leon daha çok emekçilerin şehri iken burası orta ve yukarı sınıfın bulunduğu bir bölge. Sandanistalar buradan da oy alıyorlar. Özellikle civardaki küçük fakir köylerden. Burada dört beş gün kalmak istiyorum. Zira etrafta yapacak çok şey var.

Kanada ve Amerikalılar buradan ev almaya başladıkları için fiyatlar çok artmış. Çok güzel kafeler ,renk renk boyalı evler. Yılbaşından dolayı bütün evlerde ışıklı ağaçlar var. Gece kapılardan içeri bakıp ışık ışık noel ağaçlarını, sallanan sandalyeli, antika eşyalı evleri seyretmek çok hoşuma gidiyor. Bütün orta Amerika şehirlerinde olduğu gibi şehir meydanında büyük bir park ve katedral var.

Bir taksiye atlayıp markete gidiyorum ve kahvaltı için yumurta, peynir ,domates alıyorum.

Daina akşam meydanda konser var diyor. Akşam 8 den sonra gelirsen taksiye bin diyor. Her yer ışıl ışıl. Konserin orada lüks bir otel var. Orada oturup bir kadeh şarap ve lazanya söylüyorum. Şarap bir derece ama lazanya yenemeyecek kadar kötü. Kötü bir salçaya bulamışlar. Ve gelen hesap da çok yüksek. Hamama giren terler diyorum.


kilisede ne olduğunu anlayamadığım bir tören
Yan masadan bana laf atıyorlar Amerikalımısınız diye. Hayır Türküm deyince akraba çıkıyoruz.:)) Biri general elektrikten, öbürü ordudan emekli. İkisi de Türkiye’ye incirlik üssüne gelmişler. Buralarda pek kimse Türkiye nerededir bilmiyorken Nikaragua’da da akrabalık böyle oluyor. Adamlar misyoner. Buradaki çocuklara yılbaşı için şeker, hediye falan getirmişler. Kiralık arabaları var. Yarın için Masaya volkanına gideceklermiş. İstersen gel dediler. Acaba beni de Katolik mi yapmak istiyorlar diye düşündüm. İşleri biraz zor. Burada benim yaşımda olan herkes dini bir faaliyet içinde olduğuna karar verdim. Tabi ki tahmin edeceğiniz gibi bu daveti de kabul ettim.



14 Kasım 2013

Sabah onların otelinde buluşuyoruz. Hendri ve 9 yaşındaki kızı Çarlin de bizimle gelecekler. Hendri bizim misyonerlerin buradaki bağlantısı olan Protestan rahip, aynı zamanda deri kemerler yapıyormuş. Devlet bizde olduğu gibi din adamlarına maaş vermediği için buradakiler geçimlerini sağlamak için çalışmak zorundalar. Bu misyonerler çok verici ve çok iyi insanlar ama devamlı dini propaganda yapmaları insanı bayıyor.

çarlin masayada
Önce Masaya yanardağına gidiyoruz.
Dibine kadar arabayla gidiliyor. Ve tepeden bakınca yanardağın ateşini görmek mümkünmüş. Ancak bugün dumanlar çıkıyor. Ve ateşi görmek mümkün değil. Ayrıca tepeye çıkan bir yol da kapatılmış. Nedeni Guetamala ve Honduras’taki pek çok yanardağda hareket varmış. Burası da ne olur olmaz diye tepeye tırmanmayı yasaklamış. Arabaları da bir patlama olursa kolay kaçalım diye yola dönük park ettiriyorlar. Nikaraguada 64 tane yanardağ var. Ülke alanının 130bin km2 kare olduğunu düşünürseniz 2 bin kmye bir yanardağ düşüyor.

Oradan bir tepeye çıkıyoruz. Coyotepe. Coyotepe 1893 yılında yapılmış etrafı surlarla çevrili bir kale. Amerikaya direnen halk kahramanı Zeledon 1912 yılında burada saklanmış. Daha sonra Somoza’nın en önemli hapishanesi haline dönüşüyor.

Coyotepe zindanı
Hapishane demek doğru değil işkence hanesi demek daha doğru. Yer altına kazılmış bir kısmı hiç güneş görmeyen bir kısmı çok az güneş gören çok küçük alanlara yüzlerce insanın tıkıldığı, işkence gördüğü, ölenlerin biraz ilerideki volkana atılıp yok edildiği bir zindan. Tüylerim diken diken geziyorum.


Apoya gölü

Oradan Apoyo gölünün kenarındaki bir otel ve restoranına gidiyoruz. Cennet burası diyebilirim. Her tarafta tropik bitkiler, papağanlar, kurbağalar , kuşlar, kocaman kelebekler. Bir şey atıştırırken yağmurun geldiğini görüyoruz. 15 dakika içinde yavaş yavaş geliyor, ortalığı uçuruyor ve gidiyor. Güzelliği anlatacak kelime bulamıyorum. Arkada dağlar kayboluyor, her tarafı bulutlar sarıyor sonra tekrar dağlar görünür oluyor ve bulutlar gidiyor.

Hükümet bu pinyataları halka dağıtıyormuş
Granada’ya dönünce beni otelin havuzuna davet ediyorlar. İnanmayacaksınız ama kabul etmiyorum. Bu kadarı da fazla diyorum. Ama akşam bir kadeh şarap davetlerine hayır demiyorum.

Katoliklerde Fatima diye kutsal biri varmış. Yalnızca ormanda üç tane çocuğa görünüyormuş. Bir gün onlar Fatima’ya kimse bize inanmıyor herkese görün demişler ve o da yağmurlu bir günde bulutları dağıtmış ve güneş bir o yana bir bu yana dans etmiş ve onu 70 bin kişi görmüş. Böylece Fatima mucizesini göstermiş. Bunu bizim misyonerlerden Fatma için öğreniyorumJ) kiliselerde Fatima heykelleri de var. Kızıma öyle bir isim koymuşum ki her dinde kutsal.!

Burada herkes inanılmaz derecede dindar. Yemek masasını üzerinde İsa’nın fotoğrafı olabilir. Her yerde İsa seni koruyor vb sloganlar yazılı.

Bugün yolda Gilbert ve İsaac ile (misyoner arkadaşlarım) Guantanamo cezaevini tartıştık. Önce onlar savaş esiri dediler ama sonunda yargılanmaları gerektiğinde ve haklarında delil yoksa serbest bırakılmaları gerektiğinde anlaştık. Ancak bunu kabul etmek onlara zor geldi ve bana uzun uzun nasıl Amerikadaki yargı sisteminin adil olduğunu anlatmaya çalıştılar.

Eve gidip kendime güzel bir omlet yapıyorum ve aldığım şarabı ev sahiplerimle paylaşıyorum. Daha sonra otellerine gidince onları havuzda buluyorum. Havuz olağanüstü büyük, güzel ve dolunay gökyüzünde. Yarın ki yüzme davetini kabul ediyorum.


Akşam otelde oturup sohbet ediyoruz. Hayata dair, insanlara dair. İkisi de çok duygusallar. İsaac bana dikkatli olmalısın diyor. Yalnız geziyorsun ve üç adamla gezmeyi kabul ettin. Çok duygusal bir an yaşıyoruz. Ben de onlara benim yaşımın artık insanları tanıyacak kadar fazla olduğunu söylüyorum. Her ne kadar yanıldığım çok olduysa da esas olarak insanlara güvenmenin önemli olduğunu söylüyorum. Onlar da benim yaşımdalar. Çocuklarını, eşlerini anlatıyorlar çok duygusal bir gece geçiriyoruz. Sokaklar, barlar ve lokantalar insanlarla dolu. Gilbert beni eve geçiriyor.

15 ARALIK 2013

Burada sabahın köründe bir evden çok yüksek müzik sesi ya da bir satıcının soğan, muz diye bağırması duyulabilir. Hayat sabah erken başlıyor. Günler uzayıp kısalmıyor.

gölde pazar duası
Sabah bisiklet kiralayıp Nikaragua gölünün kenarına gidiyorum. Çok keyifli bir yol. Bugün Pazar olduğu için otobüslerle gelmişler. Küçük gruplar halinde dini ayin yapıyorlar. Hatta denizde bile ayin yapan var. Anladığım kadar insanları kiliseye bağlamak için onların hoşuna gidecek her şey yapılıyo r. Ayrıca göl kıyısında çeşitli kuşlar var. Bir de Las İslatas yani adalara tur yapan tekneler de buradan kalkıyor. 350 tane ada Granadanın dibindeki Mombacho yanardağının 10 bin önce patlamasıyla meydana gelmişler. Eskiden balıkçıların oturduğu bu adalarda şimdi zenginlerin malikaneleri var. Bisikletle gezdikçe Granadayı daha da seviyorum her köşesinde güzel bir şey çıkıyor.

Katedraldeki ayini izliyorum. Genç bir rahip günah çıkarmak için geliyor. İnsanlar da sıra bekliyorlar.


Oradan çarşıya gidiyorum. Pazar olduğu için mi bilmem ana baba günü. Ivır kıvır ne ararsan var. Kemeraltının bir benzeri. Yolda yürümek mümkün değil.

İspanyolca ders veren bir şirkete uğruyorum ve aklıma yatıyor. Bir hafta 20 saat İspanyolca dersi 100 dolar. Kostarika dönüşü yapabilirim. Bakalım hayat ne gösterecek.

Öğlen bizim akrabaların (!) bir kilisede partisi var. Oraya gidiyorum. kilisenin içinde vaftiz töreni var. Arka taraftaki parti mekanında inanılmaz hummalı bir çalışma var.


Kilisienin arkasında salona balonlar, pinyatalar (içine şeker konan kedi, ayı gibi figürler) asılıyor,bir yandan karavanalarda yemekler pişiyor,pepsiler buzlarla beraber bir kasanın içine boşaltılıyor, kapının önünde dört kişilik bir ekip müzik yerine gürültü yapıyor.

pinyata ve çocuklar
Biraz sonra kapılar açılıyor ve çoluk çocuk bir yığın kalabalık doluyor. Gençler programı yönetiyorlar. Çocuklara çeşitli oyunlar oynatıyorlar. En önemli oyun pinyataya vurmak. Çocukların gözleri bağlanıyor. Önce çalan kötü müzikle dans etmeleri sonra da yukarı çekilip aşağıya indirilen pinyataya vurmayı becermeleri lazım. Pinyata parçalanınca içinde şekerler etraf saçılıyor. İşte o zaman kıyamet kopuyor. Herkes birbirinin üzerine atlayıp şeker kapmaya çalışıyor. Tabi ki küçüklerin o kargaşada şeker alması mümkün değil. Kilisenin rahibi kısa bir konuşmayla çocuklara dua ettiriyor. Sanki din için resmen rüşvet veriliyor. Ancak insanlar o kadar yoksul ki bu verilen parti onlara çok iyi geliyor. Anneler de çocuklarıyla birlikte eğleniyorlar.

Yemekler önceden paketleniyor. Tavuk, pilav ekmek. Parti bitişi herkese bir yemek, çocuklara da oyuncak ve şeker olan torbalar veriliyor.


Önce palyaço sonra şarkıcı
Sabah gezerken bir gemi görmüş ve öğleden sonra gölde gezi yapacağını öğrenmiştim. Bugün Pazar kalabalık ve neşeli olur diye parti sonrası gemiye atlıyorum. Meğerse bu gemi yalnızca Pazar günleri çalışıyormuş. Benden başka da turist yok. Gemide palyaçolar komiklik yapıyorlar ve orada da pinyata şenliği yapılıyor. Tek rahatsız edici şey müzik; hem kötü hem çok yüksek. Gemi göldeki adalara gidiyor. Las İslas .Gerçekten çok keyifli bir gezi. İrili ufaklı bir yığın ada ve çeşit çeşit kuşlar. Üzerinde kale olan San Pablo adasında 20 dakika mola veriyor. Dönüşte bizim palyaçolardan biri ışıltılı kıyafetlerle huysuz virgin türü espriler yapıp şarkı söylüyor. Çoluk çocuk eğleniyoruz.


adalardan görüntü
16 ARALIK 2013

Sabah yine bisiklet kiralayıp göl kıyısına gidiyorum. Etrafta kimseler yok. Şehirde turluyorum. Kostarika otobüs biletimi nereden alırım nasıl giderim onu araştırıyorum. Öğlen Gilbert, İsaac ve Hendri ile buluşuyoruz. Hendrinin köyünde büyük bir parti var. 750-800 kişilik ona gideceğiz. Değişik köylerden gelen anne ve çocuklar için otobüsler kiralanmış. 6 otobüs ve köyün çocukları. Parti bir okulun bahçesinde yapılıyor. Meydanda bir orkestra müzik çalıyor. Hendrinin kızı Çarlin bir grupla dans ediyor. İki tane pinyata oyunu oynanıyor. Bu sefer pinyata dağılırken biz de şekerleri havaya atalım insanlar üst üste çıkmasın diyoruz. Gerçekten faydası oluyor. Daha sonra çocuklara şeker ve oyuncak verme faslı başlıyor. İnanılmaz bir kargaşa. Zar zor sıraya sokuluyorlar.

Ellerinde davetiyeler var. Davetiyesini veren gelip oyuncak ve şeker torbasını alıyor. Bu iş 3 saat kadar sürüyor. Burası hem öbür parti kadar organize olmadığı için hem de çok kalabalık olduğu için insanlar bir de yemek kuyruğunda bekliyorlar. Gece kararıncaya kadar bu işler devam ediyor.

Gilbert 10 senedir buraya gelip bu partileri organize ediyormuş. Hava kuvvetlerinde askermiş. Uykuları düzgün olmadığı için tedavi görüyormuş. Ortegayı ve buradaki insanları çok seviyor. Bu köyden 5 çocuğu üniversite okutmuşlar. Bilgisayar , finans okuyan öğrencilerle çatapat sohbet ediyoruz. Nerede nasıl iş bulacaklar belli değil. İsaac ilk defa geliyor. Gilbert’i çok duygusal olduğu ve onların her istediğine evet dediği için eleştiriyor. İkisi de aynı kiliseye gidiyorlarmış. Karısının doğurup evlatlık olarak verdiği kızı 24 yaşında bunları buluyor. Anladığım kadarıyla biraz problemli. İsaac bana onu anlatıyor. Bu iki günün sonunda gerçek akraba gibi oluyoruz. Onlar da erkek oldukları için benden çok kendileri ile ilgili şeyleri konuşuyoruz. Birinin ailesini ve prolemlerini ,öbürünün burada yaptığı işlerini .


Akşam 7 gibi Granada’ya dönüyoruz. Bana beraber yemek yiyelim diyorlar bu gece ayrılacağız. Ben teşekkür ediyorum sonra onlara çektiğim fotoğrafları getiririm deyip ayrılıyorum.

El camillo yani adı deve olan bir lokantadan bahsetmişlerdi. Oraya gidiyorum. Sahibi Kanadalı bir çocuk. Ailesi de buraya yakın bir yere yerleşmiş. Falafel, köfte, humus babaganuş gibi bizim o tarafların yemekleri var. Yemekte Marteen adında Hollandalı bir adamla tanışıyorum. Kendisi kaptan yıllarca bu bölgede özel yelkenlilerde kaptanlık yapmış, artık sıkıldığı için yazları Amsterdamdaki büyük teknelerde çalışıyor,kışın da geziyormuş. 15 gün Kostarika’da bir arkadaşının yanında kalmış, şimdi de Granda da İspanyolca dersi alıp memleketin dönecekmiş. Bana San Blas adalarında yaşayan Kuna’larla ilgili bir yığın detay bilgi veriyor. O adaların orada 6 ay kadar kalmış.


Kuna’lar özerk olmadan önce büyük bir isyan başlatmışlar ve bölgedeki bütün polis ve askerleri öldürmüşler. Ayrıca kendi kabilelerinden evlenmeyenleri içlerine almıyorlarmış. Benim de dikkatimi çeken Nazi işaretine benzeyen bir de işaretleri vardı. Bu biraz kafatasçılık olmuyor mu diyorum. O da ancak böyle geleneklerini ve kendilerini koruya biliyorlar diyor.

Yemek sonrası akrabalara uğrayıp fotoğrafları veriyorum, vedalaşıyoruz ve Gilbert beni yine eve geçiriyor.


bendeniz cennet kuşu havalarda:))
Bugün canopy diye bir şey var onu yapacağım. Ağaçtan ağaca tel çekiyorlar ve sen o telden aşağıya kayıyorsun. Her durakta iskeleler var. Turizm acentasından 5 kişilik bir Amerikalı aile ve ben ormana gidiyoruz. A ilenin annesi ve babası Nikaragua doğumluymuşlar ve 7 yaşlarında ABD’ye göçmüşler. Ekipmanlarımızı alıp arabayla yukarı çıkıyoruz. Burası bir kahve plantasyonu. Şirket buranın sahibi doktordan ağaçları kiralamış. Biz keyif yaparken işçiler bir taraftan kahve topluyor. Kahve ağaçlarının yanında inanılmaz yüksek ağaçlar da var. İşte onlar canopy için kullanılmış. Çok eğlenceli ve keyifli .

Dönüşte yakındaki Masaya kasabasına gidiyorum. Burası el işleriyle meşhur bir kasaba. Önce turistik olan artisana çarşısını geziyorum. Çok güzel renk renk işler var. Dayanamayıp Leyla ile bana benzer elbiseler alıyorum. Yazın Foça’da birlikte giyeriz diyeJ)

Meydandan göl kenarına yürüyorum. Masaya gölünden Masaya yanardağını görebiliyorsunuz. Bütün evlerde hamaklar ya pılıyor ve önünde satılıyor . Halkın gittiği çarşıya yürüyorum. İnanılmaz kalabalık. Çeşit çeşit satıcılar, ayakkabı dükkanları, kıyafet satanlar ve de ileride otobüs durakları. Bir kargaşa gırla gidiyor. Amarikadan gelen otobüslerin üzerindeki yazılar bile duruyor,radyolarda da 60-70 lerin Amerikan müzikleri çalıyor. 16 km lik mesafeyi 1 saatte alıp Granadaya dönüyorum.

Akşam yemek için meydandaki bir restoranı gözüme kestirmiştim. O da ne Marteen orada değil mi? Granda da dünya gibi küçük.












OMETEPE

18 ARALIK 2013

Ometepe’ye gitmek için Rivas’a gideceğim. Manuel her saat başı otobüs var diyor. 10 otobüsüne yetişiyorum.Meğer otobüs 11:30 daymış. Bavulumu bırakamadığım için 1,5 saat otobüsün içinde bekliyorum. Otobüs tam saatinde kalkıyor. Bu da eski okul otobüsü. Neredeyse 10 metrede bir duruyor. Birilerini indirip, bindiriyor. Granada çıkışında çok büyük ve süslü mezarlar olan mezarlıktan geçiyoruz.

Rivas tan taksiyle Ometepe feribotunun olduğu yere geliyorum bavulum çok ağır. Tekerlekli ama yine çok ağır. Ne kadar çok lüzumsuz şey getirmişim. Feribota iki kişilik bisikleteriyle gelen Fransız bir çift var. Dört ayda Orta Amerikayı bisikletle geçeceklermiş.


iki kişilik bisikletli Fransız çift

Ometepe Nikaragua gölünün ortasında bir ada ama sanki iki adanın birleşmesinden meydana gelmiş gibi. İki volkan nehirle bölünmüş iki toprak parçasının üzerinde.

Feribottan inip otobüse biniyorum. Gideceğim yer adanın diğer ucu. Otobüs dura kalka hospadaje Buena Vista’ya yani manzaralı otelin önünde beni bırakıyor. Yorguluktan ölüyorum ama gördüğüm manzara beni çok mutlu ediyor. Otel gölün kıyısında. Dalgaların sesi,rüzgar, çiçekler ve ağaçlar içindeki bahçe. Üstüne üstlük odamın da penceresi dışarıya bakıyor. Burada evler hep avluya baktığı için odaların pencereleri de avluya bakıyor ve odalar karanlık oluyor. Yan taraftaki otelde hem pahalı hem de kötü bir balık çorbası içiyorum.


Dönüşte güzel giyimli bir grup insana rastlıyorum. Nereye gidiyorsunuz diye soruyorum. Adada bir müzik festivali olacak gibi bir söylenti duymuştum. Bir şeyler söylüyorlar anlamıyorum. Müzik var mı evet diyorlar. Bu durumda el mahkum peşlerine düşüyorum. Ortalıkta ışık yok onların el fenerleri ile gidiyoruz. Yol boyunca her tarafta ateş böcekleri uçuşuyor.

Ortada isa ve meryemin heykellerinin ışıklarla süslendiği bir meydandaki kalabalığa giriyoruz. Evet müzik var ama dini müzik. 7-8 kişilik bir koro,akordeon ve gitar eşliğinde şarkılar söylüyor, dualar okuyorlar. İyi güzel de ben yorgunum. Dini müzik ve dua dinlemek istemiyorum. Otele döneyim diyorum ama yollar çok karanlık cesaret edemiyorum. Beraber geldiğim insanlar bir saat sonra döneriz diyorlar. Mecburen onları bekliyorum.

19 ARALIK 2013

Bugün bu güzel yerde tembellik yapacağım.

Diye yazdım ama tam tembellik yapamadım. Burada tanıştığım bir çift hadi bisiklet kiralayıp yakında mağara döneminde kalma taşlara çizilmiş resimler var; onları görmeye gidelim diyorlar.


Yol boyu gölün kenarında çiçekler, elim büyüklüğünde kelebekler, çeşitli kuşlar, kertenkeleler maymunlar etrafımızda dolanıyor. Gerçekten çok keyifli. Yol biraz inişli çıkışlı ama idare ediyorum. Taşları gördükten sonra yakında bir de ekolojik bir kahve plantasyonu varmış ona gidelim diyorlar. Eh ne yapalım yarı yoldan dönenin kaşığı kırılsın. Ancak burası o kadar da yakın olmadığı gibi yol inişli çıkışlı. İnişler keyifli de çıkışlar çok zorluyor insanı. Bolivya’da yapamadığım bir bisiklet inişi vardı. Şimdi ona benzer bir şeyi yapıyorum. Hele ekolojik çiftliğin dönüş yolu asfalt değil koca koca taşlarla doluydu. Oradan iniş ömre bedel oldu. Bisikleti durdurup yürümeği beceremedim. Yokuş aşağı kalbim ata ata sağ sağlim indim.

maymun

Ekolojik çiftlikte yurt dışından gelen öğrencilere ders veriliyormuş. Yatakhaneler çok basit. Evliler için tek odalar var. Ama etraf çok güzel. Çiftliği gezip bir şeyler içip dönüş yoluna geçiyoruz.

Yan taraftaki küçük yerel bir lokanta güzel bir balık yiyorum.

Burasını dinlenme yerim ilan ettim. Taş taşıdın da mı yoruldun diyeceksiniz. Taş taşımaktan değil de habire bir yerden bir yere gitmekten yoruldum.



20 ARALIK 2013

Bugün de biraz tembellik biraz bisiklet gezisi yapıyorum. Yakında bir kasaba var oraya gidiyorum. Benim kaldığım yer göl kenarı . bu civarda oteller, iki tane lokanta ve evlerinin önünü dükkan yapmış bir iki küçük mekan var. Kasaba da öğlen yemeğimi yiyorum. Çorba arıyorum ama bulamıyorum.

Bu kasabaya giriş yolunun ortasına yapma çiçekler koymuşlar. Her yerde kendiliğinden çiçek biten bir ortamda hangi akla hizmetse.



Oradan suyun gözleri- ojos de agua- denen bir yere gidiyorum. Bir başka cennet burası. Nehrin bir kısmında suyu toplamışlar ve havuz haline getirmişler. Etrafta pek çok turist var.
Ojos de Agua


Bir kafeterya ,hediyelik eşya satan stantlar var. Havuz pırıl pırıl. Dere devamlı akıyor ve suyu temizliyor.

Akşam göl kenarından yürüyüp yakındaki bir lokantada yemek yiyorum. Sonra oteli önünde ayın doğuşunu izliyorum. Neredeyse bir hafta oldu ay hala doğru dürüst küçülmedi ve de hep aynı zamanda doğuyor. Bunun teknik sebebi var mıdır? Benim hiçbir itirazım yok ama anlamakta zorlanıyorum. Kutup yıldızı da yukarıda değil ufka yakın bir yerde görünüyor.

21 ARALIK 2013

Yarın sabah erkenden Kostarika’ya otobüs biletim var. Bugün feribotun kalkacağı kasabaya gidip gece orada kalacağım yarın sabah da erken feribotla Rivas!a geçip otobüse yetişeceğim. Göl kenarından ayrılmak istemediğim için bu programı yaptım. Bakalım tutacak mı?

21-22 ARALIK 2013

Öğleden sonra geminin kalktığı ve adanın ana merkezi olan Moyogalpa’ya geliyorum. Burada da çok fazla turist var. Hatta sanki Nikaragualılardan bile çoklar!!
OMETEPE GÜN BATIMI

Benim yer bulduğum otelin sahipleri Kanadalı genç bir çift. Hükümet yabancıların mal mülk edinmelerini, iş yeri açmalarını destekliyormuş. Ayrıca sandinastaların halka yardım ederek oy topladığını söyledi. Kiminin evinin damını onarıyorlarmış, kimine oy vermesi için para veriyorlarmış. Her yerde aynı laflar var.


FERİBOT
Oy veren insanları salak yerine koyan küçümseyen bir zihniyet. İnsanlar genellikle şu ya da bu çıkarları için oy veriyorlar. Bu da çok normal bence.

BANA KARGI SAPLARINDAN HEDİYE YAPTILAR




Burası tam bir parti şehri. Gece geç vakitlere kadar müzik sesi bitmiyor. Biraz dolaşıyorum. Gün batımını parktan izliyorum. Burasının gün batımı çok meşhurmuş ama bence en güzel gün batımı FoçadaJ

Yarın sabah otobüsüm 9:30 da . Pazar olduğu için gemiler seyrekmiş. İlki 6 da diğeri 9 da. Mecburen 6 daki gemiyle gitmeliyim. Sabah için bir motorsiklet taksi ayarlıyorum.

Akşam yemek yediğim yerde Amerikalı bir adam yanıma geliyor. Dört senedir burada yaşıyormuş. Hafif kafayı yemiş gibi. Simi valley de uzun yıllar çalıştıktan sonra sakinliğe geldim dedi. Önce Kostarika’ya gitmiş ama orası pahalı gelince buraya geçmiş. Biraz Obamanın politikalarını tartışıyoruz. Erkenden yatıyorum

Sabah 5 de uyanıyorum. Yakında park gibi bir yer var. İnanılmaz çeşitli kuş sesleri var. Balkona çıkıp dinliyorum.

1 OCAK 2014
HOŞ GELDİN YENİ YIL!!! Pek emin değilim ama umarım hoş gelmiş ve hoş şeyler getirmiştir. Kahvaltıdan sonra Meriç’i havaalanına bırakıyorum ve San Jose’deki yeni öğrendiğim Emir isimli bir türkün ALDEA isimli hosteline gidiyorum. Neden daha önce keşfedememişim üzülüyorum. Çok güzel bir mekan. Emir'i bulamıyorum.

Bu gece San Jose de kalıp otobüs durumuna göre karar vermeyi planlıyorum. Otobüs bulursam Granada’ya gidip bir hafta İspanyolca dersi almak istiyorum. Bulamazsam kuzeye Monteverde şehrine gitmeyi düşünüyorum. Mondeverde esas olarak doğası ile meşhur ama benim ilgimi çeken başka. Burayı Kore savaşına gitmeyi ret ettikleri için cezalandırılan Amerikalı Quakerlar kurmuşlar ve bölgedeki doğayı korumuşlar. Şimdi binlerce turist oraya doğa için gidiyor.

Granada katedral meydanı

Öğlen kalkan üstelik de daha pahalı ve şık bir otobüste yer buluyorum. Gece varacağım ama artık Granadayı bildiğim için bir problem yok. Otobüste yemek,şekerli kahve gibi ikramlar var ve üstelik çok tenha ve benim yanımda da kimse yok.

Ancak sınırda yine problem çıkıyor. Benim pasaportun son kullanım tarihi 27 haziran 2014. Sınırdan geçiş işlemini yapan otobüs şirketi yetkilileri sen geçemezsin diyerek beni sınıra kadar getirmeyi ret ediyorlar. Oradan nereye gideceksin diye soruyorlar Guatemala deyince yoo katiyen oraya da gidemezsin diyorlar. Al başına belayı. Bu orta Amerika ülkeleri aynı prosedürü uyguluyor. Nikaragua almıyorsa Kostarika hiç almıyordur. Aldı mı beni bir tasa. Hani havaalanında kalan bir adamın filmi vardı. Benim başıma gelecekler onun yanında hiç. Zira bu sınırlarda kalacak yer bile yok. Denemek istiyorum diye ısrar edince götürüyorlar. Kontrolü yapan adam pasaportumu alıp müdürüne gidiyor. Sanırım akıllı bir müdür bırak geçsin diyor. Zira yoksa başlarına bela olacağım. Otobüs yetkilileri inanamıyorlar. J)

İyi de benim bütün program altüst oluyor böylece.

Akşam merkezde bir hostele yerleşiyorum. Burada festival var. Sokaklar insan ve gürültü dolu.

2 – 8 OCAK 2014
Sabah ilk işim bizim dış işleri bakanlığına bir email atıp ne yapabileceğimi sormak oluyor. Benim Türkçe emaili sanırım otomatik tercüme ettikleri için hiçbir şey anlaşılmaz bir şekilde Meksika büyükelçiliğine yolluyorlar. Onlar da buraya gel pasaportu yenileyelim diyorlar. Bu pasaportla Guatemala’ya ve ABD’ye girebilir miyim sorularının cevabı yok. Giremezsem buralarda biraz daha oyalanıp geri döneceğim.

Kaldığım ev
Ders alacağım şirketleri daha önce araştırmıştım. Gözüme kestirdiğim birine gidiyorum ve ayrı banyosu ve wi-fi olan bir yer olursa ders alacağımı söylüyorum. Bu dersler sırasında bir aile yanında kalıyorsun ve onlarla pratik yapıyorsun. Çok güzel bir ev ve özel bir oda gösterilince kabul ediyorum..



Evde Mireya anneanne, Deysigabriella 3 yaşında şirin mi şirin bir torun, Alijendro oğul ve sabah başka öğleden sonra başka hizmetçi. Yemekler de ücretin içinde. Onlar ne yerse ben de onu yiyeceğim. Yani ev yemeği.:) Kızı Amerika’da hem okuyor hem de çalışıyormuş. Ev çok güzel. Uzun bir avlunun sonundaki geniş avluda 2 katlı binanın iki katında da bağımsız daireler var. Önce yukarıyı seçiyorum. Çok aydınlık ama sonra aşağıda TV olduğunu fark edip aşağıya geçiyorum. Evin sokağı çok şık. Sanırım zenginlerin evleri var. Pek çok kişi evinin ön tarafını dükkan haline getirmiş hatta bir tanesi eczane açmış. Gece geç vakte kadar açık. Sallanan sandalyesinde eczacı oturuyor. Hem evinde, hem dükkanında. Bir evin önünde berber var,.Çeşitli dükkanlar , kafeler dolu.

Consulada Caddesi bizim mahalle

Geceleri mahallede bisikletli bir bekçi dolaşıyor. Arada bir düdüğünü çalıyor. Benim çocukluğumda Buca’da gece bekçileri vardı. Bunlar biraz daha gelişmiş. Motorize bekçi.

Öğleden sonra Aura ile derse başlıyoruz. Aura 30 yaşında finans okumuş ama ders vermeyi tercih etmiş genç bir kadın. Dersler beş gün günde 4 saat olacak. Epey yorucu. Yarından itibaren sabahları gideceğim. Dersi aldığım mekan da çok güzel. Tam katedral karşısında her tarafı açık püfür püfür esen bir mekan.



Dersler güzel gidiyor ama fark ediyorum ki ben artık yaşlanmışım; en bildiğim kelimeleri bile konuşmaya kalkınca hatırıma gelmiyor.Yine de keyif alıyorum.


satıcı kadın
Derslerden çıkınca gidip öğlen yemeğimi yiyorum. Bazen bana özel yemek yapıyorlar. Ve biraz dinleniyorum. Daisy’ye kitaplar alıyorum onu okuyorum. Akşam üstü çıkıp geziyorum. Bazen akşam yemeğinden sonra Kanadalı şeker oğlanın işlettiği lokantaya uğrayıp bir içki içiyorum. Oraya genel olarak yabancılar takılıyor. İlginç tipler oluyor. Örneğin iki Amerikalı kadın bir yıllığına burada gönüllü olarak bir yerde ders veriyorlarmış.

Dolaşırken müziğe benzeyen gürültüler duyuyorum ve tabi oraya yönleniyorum. Davul zurnalı bir gürültü .düğün mü var diye soruyorum. Belki davet ederler fotoğraf çekerim. Genç bir adamın doğum günü partisiymiş. Ama nerde adamlarda davet edecek nezaketJ)

Bir gün hocamla dersi yollarda yapmaya karar veriyoruz. O sabah buluşup Masaya’ya gidiyoruz. O bana orada çok güzel yapıldığına inandığı nacatamaldan yedirmek istiyor. Haşlamış mısır ,et,soğan muz yaprağına sarılıp satılıyor. bir de sosis gibi bir şey var. Bana tattırıyor önce sönra ne olduğunu söylüyor. Domuz kanında pişmiş pirinç. fena değil.:)) Auro Masaya’ya yakın bir kasabada yaşıyor. Annesi hem terzilik yapıyor hem de dükkanları varmış. Auro son iki yıldır kiliselerinin muhasebesini tutuyormuş. Kilisenin aldığı karar göre her iki senede bir görev değişikliği yapılıyormuş.


Sandanistaları konuşuyoruz. 17 yaşına kadar bütün çocukların her türlü okul masrafı karşılanıyormuş. Kitaplar, kıyafetler, çantalar. Aklıma yıllar önce Harran’da rastladığım çocuklar geliyor. O sene devlet çocuklara ders kitaplarını parasız vermişti. Çocuklar Erdoğan bize bu kitapları verdi diye mutlulukla göstermişlerdi. Ayrıca kadınları koruyan kanunlar çıkarmışlar. Burada garip bir şekilde pek çok insan boşanmış. Özellikle erkekler çok kadınla yaşıyorlar. Aura’nın babasının da pek çok sevgilisi varmış. Annem niye buna katlanıyor anlamıyorum diyor.

Masaya’dan beyaz kasabalar adıyla geçen ancak içinde beyaz bir ev bile görünmeyen San Juan de Oriente ve Catarina’ya gidiyoruz. San Juan de Orient Kapadokya’daki Avanos gibi Nikaragua’daki en önemli toprak çanak çömlek yapılan bölgesi. Gerçekten çok güzel eserler var.

Oradan Caterina’ya geçiyoruz. Burası da turistik bir yer. En önemli özelliği tepeden Apollo gölünün görüldüğü bir yer olması. Burada at gezintisi yapmak mümkün. Ben at gezintisinden boyumun ölçüsünü aldığım için hiç kalkışmıyorum. Bir kilise gezerken duvarda bir liste görüyorum. O bölgenin yönetimi bir sene içinde ne yapmış ne kadar parayı nereye harcamış hepsini listeleyip asmış.

Caterina Appolla gölü
Aura’yı yolda bırakıp ben dönüyorum. Bu gezi iyi oluyor. Gramer faslını bırakıp bol bol konuşuyoruz.

Ertesi gün ders çıkışı göl kenarına parka gidiyorum. Pazar olduğu için park kalabalık. Her yerden çok yüksek müzik sesi geliyor. Bir tanesi nispeten iyi geliyor kulağıma. Oturup bir şeyler söylüyorum. Burada nasıl beceriyorlarsa yemekler siparişten en erken yarım saat sonra geliyor. Tamam taze yapıyorlar ama bir kahvaltı için yarım saat beklenmez ki. Burada da yemeğin gelmesini bekliyorum ve fark ediyorum ki burada kareoki var. Önce söyleyen güzeldi fakat sonra kendini bilmez biri çıkıp avaz avaz bağırmaya başlamaz mı? Benim yemeği paket yapın dedim ama ne çare yine de epey bir beklemek zorunda kaldım. Yemek paketimi kapıp nispeten daha az müzik olan göl kıyısındaki bir bankta yedim.

İsa ve Meryem Ana
Her müzik kötü de olsa bir anlamı oluyor. Bazılarından kaçacaksın ama bazılarına da bakmayı ihmal etmeyeceksin. Yine bir müzik takip edince kilisedeki bir olaya şahit oluyorum. Çocuklar romanlar gibi giyinmişler. Davul zurna kiliseye geliyorlar. Tam ne olduğunu anlayamıyorum. Sonunda İsa’nın doğumuna gelen kralları temsil ediyorlarmış. Burada da çocuklara şeker vermek için kart dağıtıyorlar. İnsanları kiliseye getirmek için çeşitli törenler düzenliyorlar.


Granada tepeden
Bu kilisenin çan kulesinden muhteşem bir Granada görüntüsü var. Oradan evlerin nasıl avlular etrafında yapıldığını görebiliyorsun.

Dün yukarıdaki odaya Amerikalı bir kadın öğrenci geldi. Emlak işi yapıyormuş. Liseden beri İspanyolca öğreniyormuş. Kitap okuyabiliyormuş ama konuşamıyormuş. Daha merhaba derken İspanyolca konuşalım dedi ben de tamam dedim. Akşam yemekte uzun uzun konuştuk. Arada bir Ajendoro İngilizce bir şey söylüyor ,kadın da bana İspanyolca anlatıyor. Olur a pratik yapıyoruz. Gecenin sonuna doğru anlaşılıyor ki benim İngilizce bilmediği sanıyor ve çocuğa kızıyormuş.

kaldığım aile
Kostarika’da gördüğüm Amerikalı bir kadın sandanistalar var katiyen Nikaragua’ya gitmem diyordu bu tam tersine onlara ait romanları okuyor.

Nikaraguanın Karayipler kıyısındaki özerk bölgesi olan Bluefields’e gitmek üzere uçak biletimi alıyorum. Henüz pasaport işim çözülmüş değil. Herkes Guatemala’ya girebilirsin diyor. Bakalım hayat ne gösterecek. Bu kadar heyecan bana biraz fazla geliyor. Fark ediyorum ki belirsizlik beni strese sokuyor.

Son akşam biraz sokaklara takılıyorum. Leroy’un lokantasına gelen insanlarla sohbet ediyorum. Ev yakın ama gece 10 olduğu için taksiye biniyorum. Eve gelince taksi ben kapıyı açıncaya kadar bekliyor. Bu nezaket çok hoşuma gidiyor.

BLUEFİELDS

9 OCAK 2014


havadan Corn İsland
Bluefields uçak listesinde benim adım yok. Yetti diyorum. İkinci uçağa bindiriyorlar. O uçak daha ilerideki corn island adasına gidiyormuş. Oraya varınca anlıyorum. Orası Karayiplerin turistik deniz bölgesi. Benim niyetim buradaki eski kültürden toplumları görmek. Uçak 12 kişilik minübüs gibi bir şey. 1.5 saatlik çok keyifli bir seyahat oluyor. Uçaktakilerin uyumasını şaşarak seyrediyorum. Benden başka herkes uraya geliyormuş. Gelmişken bir gece kalayım bari diyorum ama ekstra para isteyince vaz geçiyorum. Vaktimi Guatemalaya ayırayım diyorum. Tabi girebilirsem. Ama bu arada göllerin, nehirlerin, dağların üzerinden inanılmaz keyifli bir uçak gezisi yapıyorum. Pilotlardan birisi 23 yaşında bir kadın. Hakkında bugün gazetede haber çıkmış. 3000 saat uçan ilk Nikaragua’lı kadın pilotmuş. Hakancım bizde kadın pilot var mı?

Bluefields özerk bir bölge. Pek çok etnik grup bu civarda yaşıyor. Gece hayatı da çok canlıymış ama ben yalnız başıma pek cesaret edemiyorum. Daha gündüzken insanlar bana dikkat et diyorlar. Yemek yemek için bir yer tarif ediyorlar. Batakhane gibi yer. Loş.erken olduğu için tenha. Genç bir kadın geliyor .gidip kıyafetini değiştiriyor, mini etek giyiyor. duvardaki yazıda’ burada yaptığını gördüğünü, duyduğunu başka bir yede söyleyeceksen gelme’ yazıyor. Apar topar yemeğimi yiyip çıkıyorum. Gitmem gereken lokanta biraz ilerideymiş. Nehir kıyısında çok keyifli şık bir lokanta . menüde yazan bir kadeh kırmızı şarabı bulamıyorlar. Bir saat sonra bir kadeh beyaz şarap geliyor.:))

10- 14 Ocak 2014

tekneden
Sabah havaalanına gidip dönüş biletimi alıyorum. Müzik aletleri ve bir kalabalık. Meğer Nikaragua’yı dünya güzellik yarışmasında temsil eden kadın buralıymış. Onu karşılamaya gelmişler. Biraz fotoğraf çekerim diye bekliyorum. Ama gelmiyor. Sabah dokuzdaki tekneye yetişip Laguna Perla yani İnci Laguna gideceğim. Maalesef ne kraliçeyi çekebiliyorum, ne de tekneye yetişebiliyorum. Ben gidinceye kadar dolmuş. Tekne dediğin kayığın biraz büyüğü. 20 kişi kadar alıyor.

İkinci tekne 11 de. Biraz dolanıp geliyorum. Tekneye doluşuyoruz. Yolda yağmur yağmaya başlayınca hemen bir naylon çıkıyor onu başımızın üzerinde tutuyoruz. Yağmur 10 dakika gibi yağıp geçiyor.

Burası dünyanın değişik bölgelerinden gelip buraya yerleşen geleneklerini koruyan yerli halkların yaşadıkları bir bölge. Lagun Perla da bu bölgenin merkezi. Bambu çatılı küçük evler, Jaimaika kökenli uzun boylu,ince, esmer insanlar.

Bölgede yaşayan halklar Miskitu’lar Garifuna’lar ve Creole’ler. Bu bölgelere ancak teknelerle gidilebiliyor. Bu halklar İspanyolların işgal edemediği Orta Amerikanın Karayipler bölgesinde yaşıyorlar. Eski geleneklerinin Şamanizm,çok eşlilik gibi büyük bir kısmını koruyorlar. Batan köle gemilerinden kurtulanlar, kölelikten kaçanlar da bu bölgeye geliyorlar. İngiltere ve Fransa’yla işbirliği yapıyorlar. Garip bir İngilizce konuşuyorlar.

İç savaş sırasında iç tarafta yaşayanlar Sandanistaları destekliyor. Kıyılardaki bazı köyler ise kontraları. İngilizler Miskitu’ların liderine kral ünvanı veriyorlar. Şu anda özerk bölge gibi. Zaten kontrol etmek çok zor. Perla Lagunun etrafında küçük küçük yerleşim yerlerinde oturuyorlar. Balıkçılık yapıyorlar. Yaşadıkları yerde her türlü mevva ve sebze yetişiyor. Kendi dillerini konuşuyorlar. En ufak yerleşim yerinde dahi ilkokul var. İspanyolca, İngilizce orda öğretiliyor.


kurutulan balıklar
Bugün midem çok kötü. Neden anlamadım. Sabahtan itibaren ne yersem çıkarmaya başladım. Teknede tanıştığım Amerikalı Oscar’la kalacak yer alıyoruz. Nehir kıyısında bir otelde yer buluyoruz. Oscar gemilerde aşçılık yapmış, dünya siyasetini inanılmaz bir şekilde takip ediyor, Türkiye’de olan bitenden haberi’’ var hayatımda bir kere oy verdim o da Obama’ydı ama o da Bush’un yolunda. Amerika polis devleti olma yolunda gidiyor’’ diyor. Buralarda yerleşecek yer arıyormuş. Ben bütün gün uyuyorum. Odam çok sıcak.



Sabah kalkıp başka bir yere geçiyorum. Burası çok keyifli. Nehrin üzerinde bambudan iki odanın birini alıyorum. Kapıları açtım mı püfür püfür esiyor. Buranın en güzel yerlerinde biri Queen Lobster. Sahibi Nuria çok güzel bir kadın. Kocası Pedro İspanyol , rehberlik yapıyor. Dünyayı gezmiş. Türkiye’ye de gelmiş. Nuria'ya aşık olmuş urada yaşıyor.

Gündüz biraz çıkıp dolaşıyorum. Burada her yerleşim yerinde basebal sahaları var. Köyler, şehirler arasında çekişmeli maçlar oluyor. Bugün de Pazar olduğu için maç var. Aynı yerde kaldığımız çiftle maçı seyretmeye gidiyoruz. Bizim takım yeniliyor.:))

Otele geldiğimde bir de ne göreyim. Nikaragua güzellikle kraliçesi ekibiyle birlikte gelmiş bizim lokantada yemek yiyor. Saffetcim haklısın gerçekten pek şanslıyım galiba.

Nikaragua güzellik kraliçesi
Burada görülecek iki önemli yer var. Birisi çevredeki yerli yerleşimleri diğeri tipik Karayip adaları olan Cays adaları. İkisine gitmek için de grup bulmam lazım. Bugün köylere giden bir gruba katılıyorum. Zaten Karayip adalarını Panama’da gördüm. Oraya gitmesem de pek dert etmeyeceğim. Belki yarın oraya bir grup bulunabilir. Civardaki değişik kökenli köylerden dört tanesini geziyoruz. Bizi gezdiren George doğru dürüst bir şey anlatmıyor. İlk köyde- Kahkabila, Miskitu köyü- genç bir çocuk bizi gezdirip ağaçları ve köyü tanıtıyor.
İkincisi Brownbank -Creore köyü- oradaki klinikteki hemşire bana ilaç veriyor. Bir adam da gelip sabah erken etrafta dolaşan yabani hayvanları anlatıyor ve taşıma için yaptırdığı tekneyi bize gösteriyor.


Daha sonra vardığımız yerde büyük bir ev var. Burası özel mülk Table point. Joseph Scott isimli bir adam Amerikada Generel Electric firmasından emekli olup gelmiş ve buradan büyük bir arazi almış. Karısı ve 5 çocuğu Amerikadalar. Burada yaptığı bu evi turistler için kullanmayı planlıyor. 4 yıldır uğraşıyormuş. Bize heyecanla planlarını , neler yaptığını nelerin eksik olduğunu anlatıyor. Hemşire olan eşi de orada. Bize hindistan cevizi ikram ediyorlar. Özellikle benim mideme iyi geleceğini söyleyerek bana iki tane veriyor. Gerçekten sanırım faydası oluyor.
www.tablepoint.us sitesinden izleyebilirsiniz.

Orada sarı kuyruklu kuşlar var. Uçarlarken seyretmesi çok keyifli. Bunlar aynı ağaca yuva yapıyorlar ve dört beş sene içinde ağacın ölmesine sebep olup başka bir ağaca geçiyorlar. Mr Scott bize heyecanla oradaki hayvanları bitkileri anlatıyor. Çok romantik bir adam.
Oradan bu bölgenin en büyük yerleşim yeri olan Orinoco-Garifuna köyü- gidiyoruz. Bir hostelin lokantasında yemek yiyoruz. ben lapa ile idare ediyorum. Bu köyün evleri biraz sıkış tepiş çünkü arkası bataklıkmış. Köylüler tek taraf olan nehir tarafını savununca kontralar buraya girememişler.

18 torunlu kadın
Son gittiğimiz köy çok küçük. La Fe -Garifuna köyü-200 kişi yaşıyor. 35 kadar ev var. Tanıştığımız şeker bir kadın 55 yaşında olmasına rağmen 8 çocuk ve 18 torunu olduğunu söylüyor. Köylerde 17, 18 çocuğu olan epey insan var. 5 sene öncesine kadar köylerde elektrik yokmuş. Televizyon da olmadığı için çocuk yapıyorduk diye anlatıyor tanıştığımız biri.Çocuklar, inekler ve domuzlar meydanda hep beraberler.

çocuklar,inekler ve domuzlar
Bir de yılbaşında Norveç’e giden bir kadın orada günde 3 saat ışık olduğunu kendisinin de devamlı uyumak istediğini anlatıyor. Ve tabi çok üşüdüğünüJ).

naylon yelkenli tekne

Akşam sebze, balık ve istakoz haşlamalı bir çorba söylüyorum. Çok mutluyum. İyileştim galiba..

Bugün bir grup ayarlanamadığı için otelin kafesinde keyif yapıyorum. Ve ihmal ettiğim blogumu yazıyorum.
Bir çift balık tutmaya çıkıp istiridye ve balıkla döndüler. Buradaki aşçıyla birlikte yemek hazırladılar ve beni de davet ettiler. ülkeleri dolaşan gençler ya da orta yaşlılar. Bu kadar erken böyle bir şeye karar verip uygulamaları insanı imrendiriyor.

Burada tanıştığım herkes sırt çantasını alıp yollara düşüyor.

Yolda Nuria’ya rastlıyorum. Beni evine davet ediyor. Annesi bahçeye sebze ekiyor. Sohbet ediyoruz. Hayatını Pedro’yla tanışmalarını, çocuklarının olmadığını anlatıyor. Türkiye’deki kadınların durumunu soruyor. Çok akıllı ve güzel bir kadın.
çok güzel bir dolunay var. nehir kenarında oturup izliyorum.
Yarın tekneyle Bluefields, oradan uçakla Managua’ya gidiyorum. Öbür gün de umuyorum Guatemaladayım..


Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

2356


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com