Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

VENEDİK'TEN MİAMİ'YE GEMİ YOLCULUĞU

   VENEDİK'TEN MİAMİ'YE GEMİ YOLCULUĞU



YİNE YOLLARA DÜŞÜYORUM

Son Latin Amerika gezimden döndükten sonra dünyanın her yeri birbirine benziyor, üstelik Türkiye’de oralarda olan hemen hemen her şey var , ben bundan sonra bir yerlere gitmeyeceğim, kök salacağım dememe rağmen iki sene sonra tekrar yollara düşüyorum. Sanırım içimdeki gezgin mikrobunu tam temizleyememişim. Bu sefer yalnız değilim. yolculuğun bir kısmında arkadaşım Özlem , bir kısmında kızım Meriç bana katılacaklar.
Yolculuk 2 kasım 2013 Venedik’ten MSC’nin Divina gemisinde başlıyor. 20 Kasımda Miami’de olacağız. Oradan hemen Panama City ye uçuyoruz. Panama City’de Cem, Canan ve Deniz’le buluşuyoruz. Cem bir şirketin güney ve orta Amerika sorumlusu. Yolculuk programını onun fikirlerini alarak yapacağım. Gezi esas olarak Orta Amerika’yı kapsayacak. Fırsat buldukça izlenimlerimi yazacağım.

20 GÜN GEMİDE

2 KASIM 2013
Sabah erkenden Özlem’le hava alanına gidiyoruz. Gemiye Venedik’ten bineceğiz. Saat 11 gibi gemiye vardığımızda kalabalığı görünce bu gemiye binemeyiz diye düşünüyorum. Ancak adamlar çok sistemli 2 saat sonra gemideyiz. Her gruba numara vermişler ona göre içeriye kayıt yapıp alıyorlar. Yolcuların çoğu Venedik ‘ten bindiği için bu kadar kalabalıkmış.
Çok yorgun olduğumuz için Venedik’e gitmekten vazgeçip odamıza yerleşiyoruz. Odamız iç kamara. Gemiyle bir yerlere gidecekseniz, hele bizim gibi uzun bir yolculuğa kesin balkonlu kamara almalısınız. Geminin sosyal alanları genellikle çok kalabalık ve gürültülü oluyor. Başınızı dinleyecek bir yer bulmakta zorlanıyorsunuz.



Bizim gemi bu tiplerin en büyüklerinden. 18 katlı. 1751 kamara 4363 yolcu alıyor. 140 bin ton ağırlığındaki gemi 333m uzunluğunda 68 m yüksekliğinde 38 m genişliğinde. 1500 kadar değişik ülkelerden personeli var. Ayrıca msc yat klubü diye ayrılmış bir bölümde de zenginler kalabalıktan arındırılmış mekanlarda geziyi geçiriyorlar. Yemek yemek ve müzik dinlemek için her zevke uygun çok değişik mekanlar var. Ayrıca günün her saatinde çeşitli aktiviteler organize ediyorlar. Spor salonu, sauna, pingpong, jakuzi , havuz gibi vakit geçireceğiniz yerler var. Ben briç grubu buldum. Gemide yaş ortalaması 65 in üzeri. Çok az genç insan var.
Ertesi gün gemi hiç durmadan yol alıyor. Biz gemiyi keşfediyoruz. Zira o kadar büyük ve değişik olanaklar var ki keşif etmeden öğrenmek imkansız.
Dışarıdan içki sokmak yasak. Gemide her türlü içki paralı. Fiyatlar İstanbul’daki kafe fiyatları. Ben bavuluma bir votka atmıştım. Onunla idare ediyorum. Bahaneyle içmem diyorum.
Akşam yemeğinde tanıştığımız bir çiftle ertesi gün buluşup taksi kiralayıp dolaşalım diyoruz.



4 KASIM 2013
Sabah kamaradan yemek yemek için çıkınca Malta kalesinin surlarıyla karşılaşıyoruz. Kum rengi duvarlar gerçekten çok etkileyici.



Malta dünyanın en küçük ama km2 ye düşen kişi bakımından en kalabalık ülkelerinden biri.
Anlamı çok tatlı demek. İpek deniz yolları üzerinde olan Malta çeşitli ülkelerin işgali altında yaşıyor. Finikeliler, Araplar ,İspanyollar, Malta şövalyeleri, Fransızlar ve en son İngilizler. 1964 de bağımsız oluyor, 2004 yılında Avrupa birliğine katılıyor. Resmi dini Katolik.. Çok güzel korunmuş Arap mimarisinin ve ortaçağın bütün özellikleri görmek mümkün. Avrupa Birliğine girdikten sonra restorasyonlar artıyor.



Limanda genç bir kız turist otobüsü bileti satıyor. Muhteşem bir satıcı. Bize bir otobüsün broşürünü gösteriyor ve 15 euro olan bileti oradan alırsak 10 euroya vereceğini söylüyor. Taksi fikrinden vazgeçip biletleri alıyoruz. 8:30 da kalkacağını söylediği otobüse koşarak yetişmek istiyoruz. Oraya gidince aynı rotayı izleyen diğer firma otobüsünün ve bizim firmanın biletlerinin 10 euro olduğunu öğreniyoruz. Bizim şirketin otobüsü ortalarda yok. Ve upuzun bir kuyruk var. Kızın pazarlama yeteneğini çok takdir ediyorum.


Otobüs ancak saat 9 da geliyor. İlk otobüse binemiyoruz. Oysa öbür şirketin iki otobüsü yolcularını alıp yola çıktı bile.
Tur otobüsüyle Malta’yı gezmek keyifli. Mdina, limandan yarım saat kadar uzaklıkta ” sessiz kasaba” diye anılan, eski başşehir olan, bir ortaçağ mekanı. Barok stilinde yapılmış olan Sen Paul kadetrali ,daracık sokakları, küçük pencereli evleri ve faytonlarıyla sizi başka bir zamana götüren olağanüstü keyifli bir mekan.



Ertesi günü yine yollardayız. Çok fırtına var. Gemi çok sallandığı için havuzlar, güverteler kapatılmış. Her taraf kalabalık ve gürültülü. Akşamüstü saunaya gittik. Alman bir polis vardı. Bizim polislere danışmanlık yapan biri olduğunu tahmin ettik. Bir de Avusrtalyalı bir adam. O da bu gezi gemilerinin uzmanı. Durmadan gezip duruyormuş.

Bugünkü durağımız İspanya’nın en büyük şehirlerinden biri olan Malaga. Yine yarım günümüz var. Burası da Finikeliler zamanında 3 bin yıl önce yerleşim yeri olmuş. Pablo Picasso ve Antonio Banderas’ın memleketi. Şehrin meydanında Roma zamanından kalma tiyatro ve diğer kazıları görmek mümkün.



Geniş caddeleri, bol ağaçlı büyük parkları ile keyifli modern bir şehir. Çok değişik çiçekli ağaçları var.

En görülmeye değer yeri 11. yy da Araplar zamanında yapılan saray ve kale işlevi gören Gibralfaro tepesindeki Alcazaba kalesi. Alhamra sarayına benzeyen bir mimarisi var. İç içe geçmeli çiçekli bahçeler, ahşap, taş oymalı tavanlar ve mermer kolonlar, zindan ve muhteşem şehir manzarasıyla keyifli bir mekan. Kaleden şehri ve liman izleyebiliyorsunuz.

Daha sonra Malaga sokaklarında yürüyoruz. AB buraya da epey para dökmüş. Mermer kaplı sokaklarında dolaşıyoruz. Pimpi diye değişik dekorlu oranın meşhur bir barını, Picasso’nun evini görüyoruz. Evin önündeki Picasso heykeliyle fotoğraf çektiriyoruz. Çok çapkın olan ve kadınları üzen Picasso’yu pek sevmem ama yine de romantik bir fotoğraf çektirmekten geri kalmıyorum.))



16. yyda yapılan şehrin merkezindeki katedral Endülüs Rönesans mimarisinin en tipik örneklerinden biri. İçindeki ahşap oymalar ve çok büyük bir org görülmeye değer.

Meydanda sangria ve bira içip keyif yapıyoruz. Gemi limandan güzel bir müzik eşliğinde çıkıyor. Üst güvertesinden Malaga’ya el sallayarak ayrılıyoruz.

Akşam yemek saatimizi 6’ya aldık. Daha önce 9 du ve çok geç oluyordu. Yemekleri kafeteryada self servis, ya da şık bir restoranda değişik tatlar sunan, garsonların servis yaptığı lokantada yiyebiliyorsunuz. Hep aynı masada aynı insanlarla oturduğunuz için ister istemez sohbetler oluyor. Bizim masamızdaki herkes, daha doğrusu burada tanıştığımız hemen herkes bu tür gemilerle devamlı gezen tipler. Geldiğimiz şehirlere daha önce defalarca gelmişler. Yemekte bizim gibi cahil ve görgüsüzlere anlatıyorlar.

Gemide 600 kadar Türk var. Tanıştığımız en ilginç kişi 33 yaşındaki Nur. Annesi Tülay İzmir Amerikan kolejinden benden bir sınıf küçük. Nur kocasıyla 5 senedir Karayiplerde 15 m bir teknede yaşıyor. Annesine hayatını göstermek için yelkenlilerine götürüyor.



Gemi yol alıyor. Ben briç arkadaşı buldum. Şener hanım, hoş bir kadın briçte biraz acemi ama idare ediyoruz. Bugün briç turnuvasına katıldık. Sanırım 18 çift içinde sondan dördüncü olmuşuz. Çok umurumda değil. Oynamak keyifli. Akşam sirtaki dans eğitimine katılıyoruz. Değişik barlar da değişik tipte müzikler oluyor. Bizim dans öğrendiğimiz yerdeki orkestra dans müziği çalıyor. Animasyon grubunda çalışan genç çocuklar gelip yalnız kadınları dansa kaldırıyorlar. Bu fasıl çok hoş ancak çocuklar dans etmeyi bilmedikleri için onlarla dans etmek pek keyifli olmuyor. Bu çocukların çoğu yeni işe başlamış. Dansa kaldırınca standart bir iki soruları var. Bugünüz nasıl geçti, gemide eğleniyor musunuz gibi. İşin komik yanı aynı çocuk sizi bir daha dansa kaldırırsa yine aynı soruları soruyor. Anlıyorsun ki senin yüzüne bile bakmamış, papağan gibi öğretilenleri tekrarlıyor. İngiliz bir çocuğa boş zamanlarınızda dans etmeyi öğrenseniz dedim çocuk da ben iki gün önce bu kadar bile bilmiyordum demez mi?



Animasyon grubu gemide çalışanların en şanslıları herhalde. Çoğu doğu ve Afrika ülkelerinden olan çalışanlar günde 12 saat çalışıyorlar. Geminin alt katında 2 kişilik küçük odalarda kalıyorlarmış. Yeni işe başlayanlar ailelerini özlüyorlar. Bizim kattaki görevlisi Liva Madagaskar’dan. 10 yıldır MSC gemilerinde çalışıyormuş.

8 KASIM 2013
Funchal adasında bütün bir günümüz var. Ada Cebelitarık’tan çıktıktan sonra atlas okyanusunun en derin yerlerinde eski bir yanardağ. Dimdik bir yamaç üzerine kurulu olan başşehri Madeira heykeller, tropikal bitkiler, botanik parklar ve muz ağaçlarıyla dolu. Ada o kadar dik ki adalılar inek ve keçilerini düşmesinler diye mutlaka bahçelerine bağlarlarmış.



Burada dik yokuşlar gözümüzü korkuttuğu için turist otobüsüne binip şehir turu yapıyoruz. Bu mevsimde bile denize girilebilen ada otellerle ve Avrupalı turistlerle dolu. Otobüsten şehir meydanında iniyoruz. Şarap tadımı var ama adanın dünyanın en iyi adası olduğuna dair bir oylamaya katılmanız gerekiyormuş. Tabi ki bu rüşveti kabul etmiyoruz ve her sokağı değişik desenli taşlarla bezeli eski şehrin sokaklarında dolaşıyoruz. Daracık sokaklar resimlerle bezeli kapılar, kafeler, el işleri tezgahlarıyla dolu.

Çiftçiler çarşısı denilen pazar yerinde çiçekten balığa, tropikal meyvelerden, sebzelerden el işlerine kadar her şeyi bulabileceğiniz bir alan. Çeşitli tropikal meyveleri tadıyoruz. Sokak başlarında yaşlı kadınlar herhalde bahçelerinden topladıkları çeşitli otlar satıyorlar.
Sonra da teleferikle adanın en üst noktasına çıkıyoruz. Adanın değişimini bu sırada gözlemek mümkün. Tepelerde keçileri, sebze ve muz bahçeleriyle mütevazi evlerde, lüks otellerin olduğu kıyıdan farklı bir yaşam olduğunu algılayabiliyorsunuz. 2000 çeşit bitkinin olduğu botanik bahçesi gözümüzde büyüyor onun yerin tepedeki kiliseye gidiyoruz. Benim dizim kötü olduğu için ben kiliseye çıkmıyorum. Kilisenin önünde insanları kızakla yokuş aşağı 2 km iterek indirdikleri adaya mahsus bir turistik aktive var. Burada çalışanların beyaz kıyafetleri, hasır şapkaları var. Boş zamanlarında oradaki barlarda içiyor ya da kumar oynuyorlar.


ÇİCEKÇİ KADIN
Şehre inip bir kafede buraya has şaraptan içiyorum. Bir çeşit likör tadında. Yarım günlük Funchal gezimizde gün batarken gemide bitiyor. Artık 5 gün gemimiz hiç durmadan Atlas okyanusunu geçecek.

9 Kasım 2013
Sabah erkenden kalkıp en üst güvertede bir saat kadar yürüyorum. Bir tur 400m kadar tutuyor. Daha sonra geminin en sessiz yeri olan kütüphaneye gidip fotoğraflarımı düzenliyor, yazılarımı yazıyorum. Öğlenden sonra briç arkadaşım rahatsızlandığı için gideceğimiz yerler hakkında bilgilendirme toplantısına katılıyoruz. Oradan saunaya. Akşam yemeğinden sonra bu gece de salsa dersine ve her gece farklı olan gösteriye katılıyoruz. Bu gece gala gecesi. Yani herkes şık giyinecek, erkekler kravat takacak. Kadınlardan tuvalet giyen bile var. Bu geceki gösteri de uygun kalabalık keyifli bir gösteriydi. Gemide 10 kişilik dans ekibi, 4 kişilik zıplama hoplama yapan tipler ve 2 tane de tek gösteri yapan insanlar var. Bu gece hepsi sahnedeydi. Gerçekte olağanüstü bir gösteri yaptılar. Yıldızları seyretmek için güverteye çıktık ama maalesef bulutlardan göremedik. Nedense gemide Özlem de ben de çok uyuyoruz.


GEMİDE

Gemi beş gün devamlı yol alacak. Sabah yine yürüyüş yaptım.bugün 10 kasım olduğu için gemide Atatürk’ü anma toplantısı vardı. Kahvaltıdan sonra kendimi yine kütüphaneye attım. Sessiz sakin deniz manzaralı bir mekan. Kamaramızda pencere olmadığı için dışarılarda olmak istiyorum.
Gemide vakit geçirmek zor olmuyor. Her gün 2 saat briç oluyor. Saunaya gidersek 2 saat kadar da o sürüyor. Kitap oku , yemek ye, dans ya da el işi dersine git, güvertede yürüyüş yap bir bakıyorsun gün geçmiş. Her gece konser gösteri türünden bir şeyler oluyor. İstersen daha sonra dans gidebilirsin. Hatta gece 11 den sonra disko bile var. Kimse inanmayacak ama diskoya hiç gitmedim. Geminin yaş ortalamasına uygun olarak genellikle 11-12 kişi ancak oluyormuş. Eh benim yaşım da gemi ortalamasına yakın olunca ve dizim beni böyle zorlayınca başka bir şey beklememek gerek.



ST.MARTEN ADASI

Atlas okyanusunu geçtik ve kara göründü. İlk durak St. Marten adası. 110 km karelik küçük bir ada. İspanyollar buralara altın için geldiklerinden Küba, Jamaika, Puerto Rico gibi büyük adalara konsentre olmuşlar. Küçük adalara da korsanlar yerleşmiş. İspanyollar Puerto Rico’ya yakın korsan istemeyince buraya 1684 de Fransız ve Hollandalılar yerleşmiş.Rivayete göre iki koşucu adanın iki ucundan koşacak ve nerede karşılaşırlarsa ada oradan bölünecekti. Ancak Fransızlar Hollandalı koşucuya brandy verdikleri için Fransızların kısmı daha büyük oluyor. Ada tuz ticareti ile zenginleşiyor.



Karayip denizinde büyüklü küçüklü çeşitli ülkelere ait adalar var. Bu bölgede gemi giderken telefon bir Avrupa bölgesindesiniz diyor bir Amerikaya hoş geldiniz.

Adanın Hollanda bölümünde olan Philipsburg şehri 1763 de kuruluyor. İlk otel 1955 de yapılıyor. Şimdi ise en önemli geliri turizmden.
Limana bizimle beraber 3 dev gemi daha yaklaştı. Zaman sınırlı olduğu için herkes biran önce bir program yapmak istiyor. Bu gezide gördüm ki geminin olduğu bölümden hiçbir hizmet almamak gerek. Turist kazıklamanın en alası oralarda. Bizim 25 dolar vererek aldığımız bir turu bir grup insan pazarlık ederek 2 dolara yaptıklarını duyunca insan sinir oluyor. Ama bunu bir sonraki durakta öğreniyoruz.

Biz daha önce tanıştığımız Lale ve Tuncer’le araba kiralıyoruz. O gün Hollanda kral ve kraliçesi adada olduğu için trafik çok yoğun..


ÇARŞI

Philipsburg Hollanda bölgesinin başşehri. Ana caddesi tamamen alışveriş dükkanlarıyla dolu. Pırlanta, altın vb benzeri mücevherat dükkanlarından geçilmiyor. Sanırım serbest bölge olduğu için gemilerle zengin turistler geldiği için.
Adanın her yanında kamuya açık plajlar var. Bir plaj ise tam havaalanın dibinde olduğu için üzerinize çarpacak gibi geliyor. Arabayla Fransız bölgesinin başşehri Marigot’a gidiyoruz. İki katlı şirin evler, şık mağazalar, kafeler ve renk renk eşya ve giysinin satıldığı sokaklar.

Arabayla adanın en kuzeyindeki küçük bir köyü gezdikten sonra limana dönüp denize giriyoruz.



Bugün Amerikaya ait Virgin adalarından St. Thomas geldik. Şimdiye kadar vize işlemlerimizi gemi idaresi yapıyordu ancak Amerikan sınırlarına girdiğimiz için Amerikan polisi tek tek pasaport kontrolü yapmaya kalkınca 3500 kişinin formalitesi öğlene kadar sürdü. Bize de adada gezmek için ancak 5 saat kaldı. Clinton’ın tatil yaptığı dünyanın en güzel koylarından biri olan Magen koyuna gidip denize girelim diye düşünüyoruz.

Ancak hem vakti hem maliyeti hesaplayıp bir tur arabasına biniyoruz. Burası da çok dik bir ada. Tur arabası olarak çalışan arabalar aslında oranın dolmuşları. Gemilerden inen bizim gibi bilgisizleri kazıklıyorlar. İnişli çıkışlı yollardan araba son sürat geçerek bir iki yerde fotoğraf molası veriyor. Şöfor ufak tefek açıklamalarda bulunuyor. Aldığı paranın karşılığında istediğim halde bana bir belge vermiyor.



Adada çok şık villalar var. Bunların bir kısmının bahçesinde keçiler,tavuklar görüyoruz. Başşehri Charlotte Amalie diğer adadaki gibi kuyumcu özellikle pırlanta dükkanlarıyla dolu. Dar sokakları 2 katlı kolonyal evleriyle şirin turistik bir kasaba. Pek çok zenci sıcaklardan korunmak için saçlarını topluyor ancak saçları çok gür olduğu için tepelerinde kocaman bir kütle görünümünde oluyor.

Gece tenor ve sopranoların verdiği konseri izliyoruz. Her akşam 22 den sonra çeşitli barlarda dans müziği çalıyor ama en önemlisi black and white isimli bir barda oluyor. Uzakdoğulu bir çift var. Her gece oradalar. Her akşam başka şık bir kıyafetle geliyor ve muhteşem dans ediyorlar. Biz ancak bir gece gittik. Nedense erkenden uykumuz geliyor. Benim dizim kötü. Devamlı ağrıyor. Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Moralimi çok bozuyor.

Bu geceki gösterinin teması Karayip korsanları. Geminin bütün gösteri ekibi katılmış. 10 dansçı, 9 diğer numaraları yapanlar. Hele bir kızlar var. Sanırsınız lastikten yapılmışlar. Olmadık şekilden şekle giriyorlar. Gemideki bu tür gösteriler çok keyifli oluyor. Dekor, kıyafetler, danslar hepsi birbirinden güzel ve renkli oluyor.



PUERTO RİCO

Puerto Rico adası bugünkü durak yerimiz. Gece saat 1’e kadar vaktimiz var. Sabah erkenden yola çıkıyoruz. Hava çok sıcak ve nemli. San Juan eski ve yeni şehir olarak iki kısımdan oluşuyor. Eski şehir kolonyal evleri ile kale duvarları içindeki turistik dükkanların, kafelerin ve parlamentonun bulunduğu bölge. Denizin ve kale duvarlarının kıyısından yürüyerek, hayranlıkla tropikal bitkileri , renkli binaları seyrederek dolaşıyoruz.



İspanyollar 1521 de adaya geldikten sonra saldırılardan korunmak için bugüne kadar sağlam kalan kale ve duvarlarını inşa ediyorlar. San Juan yeni dünyada en iyi korunmuş şehirlerden biri. Müzelere, sanat galeri ile dolu. İspanyol mimarisine uygun olarak meydanlardan yayılan dar sokaklardan oluşuyor

Eski şehri çevreleyen surların üzerinde iki tane büyük kale var. Bunlardan biri Morro diğeri San Cristobal kalesi ki İspanyolların yeni dünyada inşa ettikleri en büyük kale imiş ve inşaatı tam 150 yıl sürmüş. Morro kalesinin hemen yanında eski mezarlık var. Şehirde değişik sokaklarda ücretsiz gezen arabalar var. Bir tanesine atlıyoruz. Dik bir yokuşa kurulu şehri geziyoruz. Şansımıza bugün bir festival varmış. Her yerde ressamlar, müzisyenler, kermes gibi yemek satanlar, kısa tiyatro oyunları izliyoruz. Kristof Kolomb’un. heykelinin olduğu meydan kafeler ve çeşitli hediyelik eşya satan standlarla dolu. Sıcaktan ve dizimin ağrısından bunalıp gemide biraz dinleniyorum. Sonra kendimi tekrar sokaklara atıyorum. Parlamento binasının olduğu yere yürüyorum. Binanın karşısında sırayla dizilmiş ABD başkalarını heykelleri var. Ayrıca ülkeye yararlı olmuş kişilerin fotoğrafları ve özgeçmişlerinin olduğu panolar.



Kafelerin iç dekorları olağanüstü keyifli düzenlenmiş. İnternete girmek istiyorum. Ancak üç ayrı kafeden denememe rağmen bağlanamıyorum.

Yemekten sonra Nur bizi oradaki bir birahaneye götürüyor. Sokaklarda müzik çalıyor insanlar, dans ediyor. Birahanenin dışarıdan görüntüsü bir şeye benzemiyor ama içerisi çok özel. Burası kendi birasını yapan özel bir mekan. Önce küçük kadehlerde 5 çeşit bira geliyor. Onların tadına bakıp ne içmek istediğimize karar veriyoruz. Bir de muzun bir çeşidinden yapılmış püre türü yiyeceklerle humus ısmarlıyoruz. Buralarda humus sağlıklı yiyecek olarak meşhur olmuş.
Oradan çıkıp bir başka yere gidelim diyorlar. Benim eski enerji yok. Gemiye döneceğim. Yolda birden yağmur bastırıyor. 10 dakika bile sürmeyen bardaktan boşanırcasına bir yağmur. Gemiye dönüp dans salonun bir göz atıyorum ve geminin dansçılarının gösterilerini izliyorum.



Artık gemideki son iki günümüze geldik. 19 kasım sabahı miami de olacağız. Sabahları erken kalkıp jakuziye ve havuza giriyorum. Hava rüzgarlı olduğu için gemi sallandıkça havuzun suyu da ileri geri gidiyor ve yüzmek çok keyifli oluyor. Kolejden sınıf arkadaşlarım burada .Biraz onlara takılıyorum. Bloğumu yazıyorum, briç oynuyorum, kitap okuyorum geceleri geminin düzenlediği gerçekten profesyonel gösterileri izliyoruz. Sonra da genellikle yatıyorum. Gemide izlerim diye getirdiğim filmlerden hiç birine bakacak vaktim bile olmadı


Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

2165


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com