Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

SAN FRANCİSCO

   SAN FRANCİSCO



San Francisco'da ve kızımlayım:))


Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak bilinen bu şehir bu övgüye gerçekten layık. Yalnızca şehrin güzelliği ile değil insanlarının toleransı, birbirine saygısıyla da şehir bana keyif veriyor.
Tarihi MÖ 3000 yılına kadar giden şehrin bugünkü tarihi İspanyolların 1776 da gelmesiyle başlıyor ve 1849 daki altına hücumla şehir büyüyor, ancak 1906’da çok büyük bir deprem oluyor ve gaz borularının patlamasıyla yangınlar ortalığı kaplıyor ve şehrin dörtte üçü yanıyor. Kısa sürede tekrar kurulan şehir 2. Dünya savaşında Pasifikteki savaş gemilerine üs oluyor ve savaş sonrası savaş karşıtı , özgürlükçü fikirlerin yeşerdiği bir şehre dönüşüyor.

Şehrin bir yanında Pasifik okyanusu ortasında da bir körfez var. Sanırım bu konumdan dolayı yaz kış hava sıcaklığı hemen hemen aynı. Sanırım yazın sis şehri kaplıyor ve ısınmasına mani oluyor.
Eşcinsel evlilikleri kabul eden ve belediye binasında dalgalanan eşcinselleri temsil eden gökkuşağı renginde bayrağı ile liberallerin şehri ünvanını haklı olarak alıyor. Nufüsun %3 ü aynı seksten evli ya da birlikte yaşayan insanlardan oluşuyor.



Şehrin hemen her yerinde bisiklet yolları var . Olmayan yerlerde de öncelikleri. Her türlü toplu taşım aracında engeliler ve bisikletlilerin rahatça binmelerini sağlayacak düzenekler var.

Bu bölgede çalışanlar genellikle yeni teknoljilerle , yeni projeler geliştirme işlerinde çalışıyorlar. Google,facebook, microsoft vb bütün şirketlerin genel merkezleri burada. Gelir düzeyleri de yüksek olduğu için çok şık arabalar var. Spor araba sayısının çokluğu beni şaşırttı. Bir de her tarafta hangi milletin isterseniz lokantaları var.

Geldiğimin ilk iki günü dinleniyorum. Yakındaki çarşılara gidiyorum. Burada herhangi bir alışveriş için bu merkezlere gitmek gerekiyor. İkinci gün kayboluyorum. Genelde pek kaybolmadığım için benim için garip bir durum. Koşu yapan bir kız yardımcı oluyor.



Merıç'in evi şehre trenle bir saat mesafede. San Francisco'nun varoşlarında oturuyorsun deyince bozuluyor. San Francisco’ya uzak çok şık bir semt.
Toplu taşıma araçları çok fazla ve rahat. Trene ya da metroya binince son durağa gidecekmişsin gibi toplu taşıma kartından para kesiyor. İnince tekrar okutuyorsun gittiğin yere göre örneğin son durağa gitmediysen farkı kartına ekliyor. Amerika'nın en pahalı şehirlerinden biri. En basit yemek 10-15 dolar tutuyor.


ÇİN MAHALLESİ GİRİŞİ


PARKTA SPOR YAPANLAR
İlk San Francisco günüm keşif gezisi gibi oluyor. Trenin son durağında inip , epey bir yol yürüyüp şehrin merkezi olan market caddesindeki turizm bürosundan harita vb evrakları alıp ilk durak olarak Çin mahallesine gidiyorum. Burası Çinden sonra en büyük Çinli nüfusunun olduğu yermiş. Nüfusun %21 Çinliymiş. Altına hücum sırasında tren yolunu yaptıran Standford ailesi onları burada çalıştırmak üzere ucuz işçi olarak getirmiş. Bu hikayeleri Teksas,Tom Miks ve Red Kit gibi çizgi romanları okuyanlar hatırlayacak.
Her tarafta Çin dükkanları,lokantaları var. Bir de bu mahalledeki buda tapınağı geziyorum. Küçük ama görmeyenlere tavsiye ederim. İlginç bir mekan.

Stanford ailesinin demiryolunu yaptırmasına karşılık demiryolunun etrafındaki arazi onlara bırakılmış. Bu aile tek oğullarını Mısır'a yaptığı bir seyahatta kaybedince onun anısına bir bina yaptırmak istemişler ve doğudaki Harward üniversitesine gidip rektörle görüşmüşler. O zamanlar daha iptidai olan batıdan gelen karı kocanın kıyafetleri de pek şık değilmiş.

STANFORD GİRİŞİ
Harward'ın rektörü onları küçümseyip siz bir bina kaça mal olur biliyor musunuz deyince kaça diye sormuşlar ve fiyatı duyunca bayan Stanford kocasına dönüp o zaman biz de bir üniversite kuralım demiş ve böylece batının teknik konulardaki en önemli özel üniversitesi olan Stanford kurulmuş. İnanılmaz güzel ve çok ağaçlarla dolu çok geniş bir alana yayılan üniversitenin bahçesinden kimse otoyol geçirmeye de kalkmamış. Meriç’in iş arkadaşı Gülesi hanım beni hem üniversitede gezdiriyor, hem de bu hikayeyi anlatıyor.

Hafta sonu Meriç’le yürüyüşe gidiyoruz. Şehrin yakınında bir tepede yürüyüş parkurları var. 10 km’ye yakın yürüyoruz. Tepeden şehre bakıyoruz.



Şehirde bol bol yürüyorum. . Çok medeni bir şehir. Bütün şehirde bisiklet yolları var. Otobüs ve trenlerde bisikletliler ve engelliler için özel bölümler var. Ayrıca evsizler için de çeşitli olanaklar sağladığı ve iklim genel olarak çok soğuk olmadığı için sokaklarda pek çok evsiz ve dilenci görmek mümkün Özellikle belediye binasının olduğu bölgede. Haberlerde belediyenin kışın nispeten boş olan otellere evsizleri yerleştireceğini ve STK’ların da onlara iş bulmak için yardımcı olacağını dinledim. Metro duraklarının içi de onların yatakhaneleri gibi oluyor. Bir sabah gelirken bir kadının özellikle yaşlı olan evsizlere sandaviç paketleri verirken gördüm.



BELEDİYE BİNASI



Belediye binasında her gün rehberli tur olduğu için başka bir sabah 12 de oraya gittim ancak kapıdaki nöbetçiler beni içeri almadılar. Çünkü Fransız Başbakanı vali’yi ziyaret ediyormuş. Etrafta da bir yığın Fransız onu görmeye gelmişler. Ben de Japon mahallesini doğru tırmanıyorum. Bu şehirde tırmanmadan yürümek çok zor. Her taraf dik iniş ve çıkış dolu. Çin mahallesinden sonra Japon mahallesi ancak bir blok olduğu için hayal kırıklığına uğruyorum. Şık bir Japon lokantasında shabu diye bir yemek yiyorum.



Bu kadar senedir buralarda yaşayan kızımın bilmediği bir yemekJ) Önünüze ocağın üzerinde kaynayan bir su geliyor. Bir tabakta et, sebze, tofu vb. geliyor. Bunları pişirip pirinçle yiyorsunuz.



Öğleden sonra şehrin hem alışveriş hem de en önemli turistik merkezlerinden biri olan Union meydanına gidiyorum. Burada bir gösteri olması lazım ancak ben saati yanlış anladığım için gösteriyi ucundan kaçırıyorum. Bu meydanda genellikle artistlerin resim heykel gibi sergileri oluyor.

UNION MEYDANI


BAY BRIDGE
Feribotların kalktığı Ferry binasına yürüyorum. Burası körfeze bakıyor. İçinde çeşitli lokantalar, kafeler ve dükkanlar var. 1898 yılında İspanya Sevile şehrindeki Giraldo saat kulesi örnek alınarak yapılmış 80m yüksekliğinde saat kulesiyle turistlerin uğrak yeri. Hemen yanındaki körfezin iki yanını birleştiren Bay köprüsü ise 1936 yılında yapılmış. 2013 de yapılan yeni köprü ise dünyadaki en geniş köprü ünvanına sahip.



Cumartesi günü Çinlilerin yeni yıl kutlamaları var. At yılının başlangıcı. 4712. ay yılına girilmesi. Çinlilere göre yeni yıl çok önemliymiş. Yeni bir işe başlamak, borçlarını ödemek, anlaşmazlıkları çözmek gibi konuların başlangıcı kabul ediliyormuş. Çin takviminde 12 hayvan yılı var.



Her yılda doğanlarında özellikleri değişik. Örneğin at yılında doğanlar çok neşeli ancak biraz geveze oluyorlarmış. Ayrıca mali işlerden çok iyi anlasalar da ancak çabuk sinirlendikleri için insanların güvenini kaybediyorlarmış.

Meriç'in arkadaşlarıyla Çin mahallesine gidiyoruz. Tam bir ana baba günü. Sanki bütün Çinliler sokaklara dökülmüşler. Çeşitli firmaların ufak tefek hediyeler verdiği standların önünde uzun kuyruklar var. Ayrıca parklarda sokaklarda çeşitli orkestralar konser veriyor , kültür merkezinde de çeşitli gösteriler ve resim sergisi var.
Çin mahallesinin ortasındaki park aynı Çin deki parklara benziyor. Yaşlı kadın ve adamlar kağıt ya da domino oynuyorlar , bir kenarda tai chi yapanlar ya da güneşlenenler var.



Akşamüzeri çeşitli kuruluşların bandoları ya da çeşitli kıyafetlerle yaptıkları geçit törenini izliyoruz. Benim en çok ilgimi çeken lezbiyen ve geylerin bandosu. Gök kuşağı renginde üniformaları ile geçit törenine renk katıyorlar.




Bir de sokak isimleri hem ingilizce hem Çince yazılmış. Japon mahallesinde de japonca ve ingilizce. Tren ve otobüslerdeki uyarılar da ingilizce, ispanyolca ve çince. Hiç kimse de bundan dolayı bölünüp parçalanmıyor. Akşam Cha Cha Cha isimli Küba lokantasına gidiyoruz. Ancak yemeye oturmadan önce bir saat kadar beklememiz gerekiyor. Burada adet böyle. Meşhur bir yere gidiyorsan mutlaka sıra bekliyorsun. Kalamar ,karides,mantar vb mezeler yiyoruz.



Pazar günü Meriç’le Golden Gate köprüsünün ayağına gidiyoruz. Burada büyük bir park var. Ve pek çok bisikletli gelmiş.



Köprünün ayağındaki kaleye tırmanıp körfeze ve bir zamanlar cezaevi olarak kullanılan meşhur Alcatraz adasını seyrediyoruz. Golden Gate köprüsü 3km uzunluğunda 1.3 km genişiğinde 1936 yılında trafiğe açılıyor. Adını İstanbul’daki Haliçten (Golden Horn) esinlenerek koyuyorlar. Körfezin en uç noktasından geçtiği için sanırım.
Oradan şehrin eşcinsellerinin yaşadığı Castro semtine gidiyoruz. Bu mahallede zaman zaman çıplak adamlar dolaşıyormuş. Doğu yemekleri diyen bir lokantaya giriyoruz. Sahibi Bingöl’lü Cemo çıkıyor.



1967 yılında AFS bursuyla Los Angeles yakınlarındaki Long Beach şehrine gelip bir sene bir ailenin yanında kalmıştım. O ailenin iki çocuğu Barbara ve Glenn o zamanlar ufacık velettiler ama şimdi 60 yaşına merdiven dayamışlar. Barbara Oakland’de yani Meriç’ten bir saat uzakta , Glenn ise 4 saat uzakta oturuyor. Bir hafta sonu Glenn’e gitmeyi kararlaştırmıştık ancak resmi bir tatil olan pazartesi Barbara ile buluşuyoruz.

O zaman büyükanne San Francisco’da yaşıyor ve Union meydanındaki bir mağazada çalışıyordu. Biz de gelip onu ziyaret etmiş ve şehri gezmiştik. Barbara ile yürüyoruz ve büyükannenin evini bana gösteriyor. O kadar detay hatırlamıyorum ama Barbara’nın hafızası çok iyi.

FISHERMAN'S WHARF
Oradan tırmanıyoruz ve Topofthemark diye Nobb tepesinde bir otelin çatısında baba ve anne buluşup romantizm yaparlarmış. Oraya gittiğimizde ancak saat 4:30 da açıldığını öğreniyoruz ve o zaman gelip şarap içmeye karar veriyoruz. Oradan yokuş aşağıya şehrin en turistik yeri olan Fisherman’s Wharf (balıkçı iskelesi ) yürüyoruz . Deniz kıyısı insanlar, lokantalar, turistik eşya satan dükkanlar, çeşitli müzik ve gösteri yapan insanlarla dolu.


FERRY BİNASI
Deniz kıyısında bir lokantada clam chowder dedikleri deniz tarağı çorbası ve yengeç yiyoruz. Yengeç deyince Foça’daki küçük yengeçlerden değil iki kişiyi tıka basa doyuran kocaman bir yengeç.
Deniz kıyısından yürüyerek ferry binasına kadar gelip orada kahvemizi içiyoruz. Ve saat 4:30 da tepedeki otelin üstündeki lokantaya çıkıyoruz. Bütün şehri tepeden görebildiğiniz çok güzel bir manzarayı seyrederken şaraplarımızı yudumluyor ve sohbetimize devam ediyoruz.

TOP OF THE MARK'TAN GÖRÜNTÜ
Hafta sonu buluşmak üzere sözleşerek Barbara ile ayrılıyoruz.

Bugün toplu taşıt araçları için günlük bilet alınca şehirde fink attım. SanFrancisco'nun sembolü olan dik sokaklarında tarihi tramvayla aşağı yukarı dolaştım .Bu tramvaylar ilk önce 1850 leri atlarla çekiliyormuş. O yokuşlarda atları kontrol etmek zor olduğunu gören Smith Hallidie diye bir İngiliz altın madenlerinde çalışan sistemin burada da çalışacağını iddia etmiş ve nitekim sistem kurulunca çok güzel çalışmış.

TRAMVAYDAN

Ancak insanlar korktukları için ilk günler tramvaya binmeyince bir süre bedava çalışmış. Şimdi ise bütün turistlerin ilgisini çektiği için bir seferi 6 dolar.

Belediye binasını geziyorum. Turun başlamasına bir saat olduğu için onu beklemiyorum. Çok güzel bir bina. Eskisi depremde yıkıldığı için bu bina 1915 de açılıyor. Evlenenler gelinlikleriyle gelip burada cüzdanlarını alıyorlar.



BELEDİYE BİNASI
Şehrin ilginç noktalarından biri de Rus yolu dedikleri çok dar ve virajlı bir yol. Onu görmek için tramvayla tepelere çıkıyorum. Burada bir zamanlar Rus askerlerinin mezarları varmış. Şimdi ise 8 tane çok keskin virajı olan dik bir yokuş ve dünyadaki en yamuk yol olarak burası da bir turist ilgi alanı. San Francisco’nun en önemli geliri de zaten turizm.


RUS YOLU

Oradan Fishermen’s Wharf’a gidip yemeğimi yiyorum.Geçen gün Meriç'le gidip göremediğimiz duvar resimleri için Mission sokağına gidiyorum. İlk gördüğüm yer Kadınlar Evi. Daha sonra rastladığım duvar boyama sanatçılarından Miranda Bergman o duvardaki bir resmin nobel ödüllü Guatemalalı kadın yazar Rigoberta Menchu'ya ait olduğunu ve onun da gelip duvarın boyanmasına yardım ettiğini söylüyor.



1960’larda Meksikalı artist ve duvar ressamı Diego Rivera’yı keşfeden duvar ressamları şehrin duvarlarına politik resimler yapmaya başlıyorlar. Özellikle Latin Amerika’daki iç savaşlardan kaçıp gelenlerin burada kabul görmesini sağlamaya yönelik politik resimler Mission caddesinin civarındaki sokakları kaplıyor.
Ancak bugün duvar ressamlarının bir kısmı politik içeriği olmayan resimler de yapıyorlar.



Hafta sonu Barbara erkenden gelip beni alıyor. Glenn San Francisco ve Los Angeles yolunun tam yarısında Pismo Beach diye bir yerde yaşıyor. Hava 25 derece; bahar gibi. Deniz kıyısından giden virajlı ancak güzel manzaralı yoldan güneye doğru yola çıkıyoruz. Yol inanılmaz güzel. Ormanların içinden, okyanusun kenarından, uçurumların yanında 60’ların müziklerini dinleyerek yol alıyoruz.



Yolda eski gazete kralı William Hearst’ün tarihi ev müzelerinin en büyüğü olan şatosunu uzaktan görüyoruz. Torunu Patricia Hearst 1974 yılında sol bir anarşist örgüt tarafından kaçırılmıştı. Örgüt ailesinin bölgedeki yoksul kişilere 70 dolar vermesini talep etmiş ki bu 400 milyon dolar tutarken aile 6 milyon dolar dağıtıyor. Bu sırada Patricia örgüte katıldığını ilan ederek bir banka soygununa katılıp yakalanıyor. 1979 yılına kadar hapis yatıyor. Avukatları savunmasını örgütün beynini yıkadıklarını ve baskı yaptıklarını söyleyerek yapıyor.


Pismo Beach bu bölgenin en turistik yerlerinden biri. Havası yaz kış 20-25 derece arasında olduğu için ABD’nin soğuktan kaçmak isteyen yerli turistleri buraya geliyor.

Plaj surf yapanlar, deniz kıyısında yürüyenlerle dolu.




Glenn ve karısı Colleen ile keyifli bir gün geçiriyoruz. Ertesi gün arka yoldan geri dönüyoruz. Yolda correctional facility (düzeltme yeri) diye bir sapak var. Bu cezaevi demekmiş. Bu civarda iki tane büyük hapishane varmış. Glenn çok fazla insanın cezaevinde olduğunu olur olmaz insanların hapse atıldığını anlatıyor. Ayrıca yolda petrol kuyuları görüyoruz. Pek azı çalışıyor çünkü artık bu bölgedeki petrol tükenmiş. Yolun bir özelliği de etrafında geniş sebze tarlaları olması. Enginar, marul ,ıspanak vb sebzeler burada taze taze alınabiliyor.

Pazar günü Meriç’le Golden Gate köprüsünün diğer ayağındaki Saosalito bölgesine gidiyoruz.



Yelkenli teknelerin sahili kapladığı tepelerde şık evlerin olduğu çok güzel bir yer. Öğlen deniz kıyısında yemek yiyip kuzeye Berkeley Üniversitesine gidiyoruz. 1868 de kurulan üniversiteden 72 kişi Nobel ödülü almış. Üniversitenin sembolü olan 94 m yüksekliğindeki Sather kulesine çıkıp etrafı seyrediyoruz. San Francisco’nun meşhur sisi etrafı kaplamış, Golden Gate köprüsünün ancak bir ayağı görünüyor.


Yarın yola çıkıyorum. Bu şehri sevdim. Meriç gelip başına kalacağım diye korkuyor ama ne yapalım bu kadar güzel bir yere gelmesiydi……









NOT:Tepeden çekilen fotoğraflar internetten indirilmiştir.
6 ŞUBAT- 25 ŞUBAT 2014


Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

1581


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com